Ediz Tunçel: Diriliş, yükseliş, ve kobraların sonu…
Batı emperyalizminin Ortadoğu ve Afrika bölgelerindeki sömürü düzeninde en büyük silahı ve kozu olan, siyasal İslam’ın kaçınılmaz çöküşü nihayet Atatürkçü, Cumhuriyetçi, laik, vatansever Türk milleti sayesinde bir kez daha başladı…
Özetleyecek olursak, “Siyasal İslam”, batı emperyalizminin hedefine aldığı coğrafyaları çoğu zaman tek kurşun atmadan istediği gibi evirip çevirdiği, kan gölüne döndürdüğü, iktidarı elinde tutan “son kullanım tarihli kuklalarının” din sömürüsünden beslendiği, ahlaksızlığın, sahtekarlığın, riyakarlığın, toplumsal kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün tavan yaptığı, ve dahası, emperyalizm tarafından “icat edilmiş” silahlar arasında belki de en tehlikeli, en ölümcül silahtır, hatta ve hatta, emperyalizmin “kral kobrasıdır”.
Başlıca olarak, eli kanlı bir terör örgütü ve iktidara gelmesi durumunda hedef coğrafyadaki her türlü maddi ve manevi değeri çürütecek bir siyasi parti dahil olmak üzere, her türlü kılığa sokulabilen Siyasal İslam silahı, ta 1950lerden beri Müslüman nüfuslu ülkelerde kusursuz bir başarıyla kullanıldı ve öyle görülüyor ki, cehaletten temellenen din sömürüsü prim yaptığı sürecek, kullanılmaya da devam edecek.
Gelelim seçimlere, siyasal islamın ve kral kobranın hikayesine yeri geldiğinde devam ederiz.
Türkiye’deki yerel seçimlerde ortaya net bir tablo çıktı; Anadolu’nun batısı ile doğusu arasındaki zihniyet çatışması net bir şekilde ortaya döküldü.
Türkiye’nin batı tarafı sembolik olarak CHP’yi tercih etti, yani Cumhuriyetin kurucusu olan ve sembolik olarak da Atatürk’ü, Cumhuriyet’i ve laikliği temsil eden, savunan partiyi!
Doğu tarafı da ağırlıklı olarak emperyalizmin yarattığı zihniyetin doğrultusunda tercih yaptı!
Nasıl mı, sayısız kez anlattım ama bir kez daha kısaca, biraz da metaforik örneklerle anlatayım.
Ta 1071 Malazgirt Savaşı’ndan beridir Türklerle aynı toprak parçasında aynı kaderi paylaşan Kürt kökenli vatandaşlar üzerinde etkili olan “Kürt siyasi zihniyeti” son yirmi yıldır siyasal İslam ile çıkarlarını başarıyla örtüştürdü, gündüz kavga edip, gece hırsızlığa beraber çıkma taktiğini başarıyla uyguladı, ta Cumhuriyet dönemi öncesinden başlayan, sonra Cumhuriyet’in kuruluşuyla devam eden, sonra da PKK’nın Amerikan emperyalizmi tarafından peydahlandırılmasıyla devam eden süreçte, kendilerine laik Cumhuriyet tarafından sağlanan yasal haklarla hala emperyalizmin Cumhuriyet karşıtı piyonu olmaya devam ediyorlar…
Bunda aslında şaşılacak hiçbir şey de yok, her ikisi de kendilerine biçilen rolü, Türkiye Cumhuriyeti’ni bölüp parçalama, vatanseverlik ruhunu yok etme, milli ve manevi değerleri yok etme, kimliğini ve aidiyet duygusunu kaybetmiş, ne idüğü belirsiz, sadece biat eden, üretmeyen, sadece tüketen, tamamen “sahiplerine” bağımlı, ruhu ve bilinci köleleştirilmiş bir nüfus yaratma rolünü başarıyla yerine getiriyorlar, kendilerinden bekleneni yapıyorlar, aksi olsaydı, o zaman şaşar, sebep arardık…
Her ikisinin de ortak düşmanı Türk Silahlı Kuvvetleri idi, biri TSK’yı silahla vururken öteki ele geçirdiği iktidar imkanlarını kullanarak, TSK’yı komplolarla çökertti…Yani, kobralardan biri kaleye cepheden saldırırken, öteki kaleyi içerden vurdu, zehirledi…
Böylece emperyalizmin en güçlü ordularının birleşip de yenemediği, aksine karşısında yenilgiye uğradığı Türk Ordusu, içerde ve dışarıda peydahlandırılan, cehaletten ve din sömürüsünden beslenen, kobracı tarafından flüt ile uzaktan kumandayla oynatılan kobra misali, iki akıl fukarası, kukla piyon sayesinde hem dışarıdan hem de içerden çapraz saldırıya uğradı ve saldırıları başarılı da oldu…
Ancak bir “şeyi” yeterince hesaba katmadılar, o “şeye”, kobranın hikayesine ve sonucunda olacaklara da az sonra tekrardan geleceğim, konuyu ve bağlantıları fazla koparmadan devam edelim.
31 Mart seçimlerinin çok öncesinde derin bir sessizliğe bürünen ve birbiriyle hiç sürtüşmeyen, hatta ve hatta, akıl almaz bir şekilde, MHP ile bile aniden iyi geçinmeye başlayan ve birbirinin tavuğuna kışt demeyen Kürt siyasi zihniyeti ile siyasal İslam zihniyeti arasında derin bir kopuş yaşandı…
Kısacası, 31 Mart seçimlerinde, her ikisi de kusursuz şekilde emperyalizme hizmet eden siyasal İslam ile Kürt siyasi zihniyetinde net ve derin bir kopuş yaşanırken saflar da kısmen ayrıldı, bir çıkarlar ve üstünlük çatışması ortaya çıktı, neticede kısmen de olsa, galip gelen Kürt siyasi zihniyeti oldu, batı bölgesi topyekün Cumhuriyetçi, laik ve Atatürkçü kesimin eline geçerken, güneydoğu ve doğu bölgelerinde Kürt siyasal zihniyeti üstünlüğü ele geçirdi, siyasal İslamcılar tayfası ikinci plana düştü.
Ortaya çıkan tabloya bakıldığında, belki pek dikkat çekmemiştir ama, Türkiye coğrafyası net olarak üç bölgeye ayrıldı; batıda, Türkiye’nin yarıya yakını Cumhuriyetçilerin kontrolüne geçti, orta Anadolu kısmı siyasal İslamcılarda kaldı, arada sıkıştılar, doğu-güneydoğu bölgelerinde ise ağırlık Kürt siyasilerinin kontrolüne geçti…
Bugün iktidarda siyasal İslamı temsil eden AKP olsa da, artık iktidarın ülke içinde yandaşlarının rantını sağlayan ve “üleştirme” merkezi olarak görülen yerel yönetimlerin büyük çoğunluğu elinde değil, bu da yandaşlara avanta sağlama konusunda tarifsiz bir kayıp ve bir sonraki genel seçimde kaçınılmaz olarak iktidardan alaşağı edilme demektir.
Bütün bu gelişmeler Türkiye’yi en az 40 yıldır dizayn etmeye çalışan, özellikle milli kimlik, aidiyet duygusunu, silahlı kuvvetlerin etkinliğini ve caydırıcılığını ve nihayette de ülkenin ekonomik gücünü yok edip, tamamen dışa bağımlı hale getirmeye çalışan “üst akılın” hesaplayıp kitapladığı, yönlendirdiği ve uygulamaya soktuğu türden gelişmeler mi dersiniz!
Acaba?
Kısmen de olsa, evet, son yüz yılda tek masa etrafında oturup da bütün dünyayı parmağının ucunda oynatmayı başaran beş büyük üst akıl temsilcisi bu detayları gözden kaçırmış olamaz, ama hala kontrol edemedikleri, kontrol etmede zorlandıkları bir “şey” var, şimdi gelelim o “şeye”…
Akp-MHP ikilisi tüm güçleriyle İstanbul’a yüklendiler, devletin tüm imkanlarını İstanbul’u ele geçirmeye adadılar, tam kadro İstanbul’a çıkarma yaptılar, kapı kapı dolaşarak İstanbul’u ele geçirmeye çalıştılar…
Karşılarında CHP filan yoktu, tek bir kişi vardı, o da CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu idi!…
İktidar bütün gücüyle İstanbul’a saldırmasına, Ekrem İmamoğlu’nu devirmeye çalışmasına rağmen başaramadı, ağır ve tarifsiz bir yenilgiye uğradı…
Bunun tek bir sebebi vardı, iktidarın karşısında artık Ekrem İmamoğlu değil, ülkesine, vatanına, milli değerlerine sahip çıkmaya çalışan, çoğunluğu gençlerden, Cumhuriyetçilerden, laiklerden, Atatürkçülerden oluşan en az dört milyonluk bir ordu vardı ve Ekrem İmamoğlu onların sadece sembolik temsilcisiydi…
Tarihin tekerrür ettiği bu netice bir kez daha gösterdi ki; son kullanım tarihi kesin olan yapay, kukla, ısmarlama, dizayn, balon, genellikle de üst aklın ürünü olarak “icat edilen” liderler değil, halkın gerçek ruhunu temsil eden, o halkı halk yapan değerlere sahip çıkan, sindirilmiş olsalar bile o değerleri dirilten, yeniden yaşama sokan, en azından milli iradeyi ve milli kimliği halka geri vereceğini vaat eden liderler eninde sonunda halkıyla birlikte kazanır!!!
İşte, akıl, fikir tutulmasından bir türlü kurtulamayan ve emperyalizmin uşaklığını yapan siyasal İslamcıların ve gündüz kavga edip, gece hırsızlığa beraber çıktıkları “suç ortaklarının”, hani şu emperyalizmin icadı olan sözde Kürt siyasilerin, bir türlü akıl edemediği, anlayamadığı “şey” budur; onun adı “milli iradedir”, yıkılsa da, silinse de asla yok olmaz, her şeyin bittiği sanıldığı anda bile milletin ruhuyla birlikte küllerinden yeniden doğar, gölgesinden canlanır, yeter ki inanacağı, samimiyetine güveneceği bir odak noktası bulsun, tıpkı Atatürk gibi, tıpkı Ekrem İmamoğlu gibi, tıpkı Mansur Yavaş gibi…
Peki, ne oldu da siyasal İslamcıların anlı şanlı dünya lideri dedikleri Erdoğan tüm gücüyle İstanbul’a yüklendi de başarısızlığa uğradı!!!
Hah, işte onun da sırrı şark kurnazlığında yatır!
Şimdi gelelim kral kobranın hikayesine…
İngilizler Hindistan’ı ele geçirir, sömürge haline getirir, ama zırt pırt İngiliz askerleri kobra yılanları tarafından sokulur, öldürülür.
İngilizler bir türlü kobra yılanlarıyla baş edemezler, çareyi yerli halkı kobraların üzerine saldırtmakta bulurlar, yerli halka her ölü kobra başına tatmin edici bir ödeme yaparlar, alan memnun satan memnundur…
Hani şu AKP iktidarı memleketin kaynaklarını yandaşlarına üleştirirken olduğu gibi!
Neticede, Hintliler bu alışverişten o kadar memnun olurlar ki, çaktırmadan gizli gizli kendi kobra yılanı yetiştirme çiftliklerini kurarlar, İngilizlere daha fazla kobra satmaya başlarlar, İngilizler de daha fazla ödeme yapmaya başlarlar, ama günün sonunda her taraftan normalden çok daha fazla kobra peydahlanmaya başlar, İngilizler bir tuhaflık olduğunu anlar ama ödemeler de giderek daha fazla baş belası haline gelir, altından kalkılamaz hale gelir, valilik bütçesinin ciddi bir miktarı sürekli kobracılara ve kobraların ölülerine gitmeye başlar, talepkar kobracılar ve kobraları bir türlü bitip tükenmek bilmez, aksine artar…
Neticede, akpnin, pardon, İngilizlerin kobra harcamaları bütçe sandığını deler, kobracılara ödemeler kesilir, ama ortalık yine başıboş kobralarla ve avantası kesilmiş kobracılarla dolar…
Şimdi gelelim neticeye, ki anlamışsınızdır…
Özetle, kobralar AKP iktidarının rant kapılarında beslenenlerdir; kobracılar da, başta din sömürüsünden beslenen tarikat ve cemaatlar ile PKK’yı yaratanlar olmak üzere, kobraları yaratanlar ve iktidara “ürün” olarak satanlardır…
İşin özetinde, içteki ve dıştaki ortak akıl hocalarıyla birlikte, birbirlerini kullanarak, önce dirildiler, sonra yükseldiler, sonra da kaçınılmaz olarak ipin ucunu kaçırdılar ve tükenişe geçtiler, kendi kendilerini tüketme yoluna girdiler…
Eğer zerre kadar akıllı olsalardı, kobracılık oyununu daha dengeli oynarlar, kobralara harcanan kaynakları daha dikkatli kullanarak maçı olabildiğince uzun süre idare ederlerdi, ama görgüsüzlüklerinden ve akılsızlıklarından kendi kendilerini ayaklarından soktular, kendi zehirleriyle zehirlendiler…
E, kobra zehiri de öyle kolay bir zehir değil yani!
Nerdeyse koskoca Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni de bitirmek üzereydi, milli değerler başta olmak üzere, ülkenin ve milletin tüm maddi ve manevi değerleri, ve keza, TSK da kobralar ve kobracılar tarafından sokuldu, zehirlendi, ama neticede kobracıların ve kobraların foyası da artık ayan beyan ortaya iyice çıktı, dahası, çıkarları çatışınca birbirlerini de sokmaya başladılar…
Neyse ki son anda kısmen de olsa zehirlerine karşı milli bir panzehir kullanıldı da durum değişti!…
Yani, mesele neymiş efendim! BOPçu olacağım diye yola çıkarken çevrene kobralardan oluşan “BOPracıları” toplarsan, “din-kültür-milli kimlik-ekonomi-hukuk-siyaset” dahil, bir ülkeyi ve bir milleti var eden her türlü maddi, manevi ve milli değeri kobralarla doldurarak, kobralarla korkutarak, zehirleyerek kendi kafana göre bir düzen oluşturmaya çalışırsan, kobraları ve kobracıları memnun eden kaynakları da akıl almaz bir hızla ve kontrolsüz şekilde tüketirsen, karşılıklı çıkarlar eninde sonunda bittiğinde artık öküz öldü ortaklık bozuldu noktasına geldin demektir, her şey bittiğinde kobraların ve kobracıların ortasında tek başına kalakaldın demektir; senin de kendi yarattığın, çevrende topladığın yılanlar tarafından sokulman, zehirlenmen de kaçınılmaz neticedir…
Dahası, seni sokmasalar bile, artık sana faydaları da yoktur, kobralar ve kobracılarla baş başa kaldın, iktidarın ve tahtın kobralar ve kobracılarla çepeçevre çevrildi, seni ne zaman ve nasıl sokacakları korkusuyla yaşamaya başladın demektir…
Kobralar ve kobracılarla çevrili bir tahtta oturan ama artık kobraları ve kobracıları besleyemeyecek, onların çıkarlarına hizmet edemeyecek durumda olan bir hükümdarın, bir iktidarın geleceği ne mi olur???
Hindistan’da İngilizlerin başına ne geldiyse, o olur, dosdoğru tarihin çöplüğüne giderler, hem de tekme tokat!!!
“Kobra iktidarlarının” tümünün de sonu aynı şekilde olmuştur, tarihte bir tane bile farklı sonuca gideni yoktur!
Yani, demek istiyorum ki; eskiden emperyalistler hedeflerine aldıkları coğrafyada doğrudan askeri güç ve iktidar bulundurarak, kendi kurallarını, kanunlarını uygulatarak, kendilerine çıkarı için her türlü kötülüğü yapabilecek ama asla güvenilemeyecek “uşaklar” bularak o coğrafyayı açık bir sömürge haline getirirlerdi; şimdi ise bir taktik değişikliğiyle, hedeflerindeki coğrafyayı, o coğrafyada bulunan ve karşılıklı çıkarlar doğrultusunda kullanıma hazır ve nazır kobracıları ve kobraları kullanarak sömürge haline getiriyorlar, ülkenin ve milletin her türlü maddi ve manevi değerini iliklerine kadar sömürüyorlar, sonra da cascavlak herkesi, kobralar ve kobracılar dahil, kendi kaderlerine, yani “yokoluşa” terk ediyorlar…
31 Mart seçimlerinin bize verdiği net mesajın özetine gelince; milli değerler başta olmak üzere, ülkenin ve milletin tüm maddi ve manevi tüm değerleri, ve keza, TSK da kobralar ve kobracılar tarafından sokuldu, zehirlendi, hasara uğratıldı, ama tam anlamıyla yok edilemedi ve artık kobracıların ve kobraların foyası da ortaya iyice çıktı, dahası, kobralar ve kobracılar daha düne kadar birbirlerini koruyup kollarken, şimdi sıra birbirlerini sokmaya, zehirlemeye geldi…
Kobra krallıklarının, kobracı iktidarlarının dirilişi, yükselişi ve çöküşü işte böyle başlar ve biter…
Yeterince açık mı BOPracılarla kobracılar!
Dünya emperyalizm tarihine yön veren İngiliz böl-parçala-yönet taktiğiyle Amerikan kaşığını kullanarak Türk pilavını yemeye kalkarsanız, o pilav Atatürk’ün ve Türk milletinin Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, İzmir’de işgalci düşmanın hevesini gırtlağına tıktığı gibi gırtlağınıza tıkılır, boğazınızda sıkılır, gözleriniz de faltaşı gibi açılır, yuvalarından dışarı uğrar, din kardeşliği palavrası da size çare olmaz, tek çare Yahudi’nin yöntemi kalır, yani Yahudi kökenli göğüs cerrahı Henry Yehudah Heimlich’in geliştirdiği Heimlich manevrası olur, ki artık birilerinin “arkanızdan” Yahudi yöntemiyle müdahale etmesi zorunlu olmuş demektir…
İngiliz taktiği uygulayarak, Amerikan kaşığıyla yiyen İslami kobra olacağım derseniz, eninde sonunda Yahudi’nin kurtuluş yöntemine mecbur kalırsınız, o vakitten sonra arkanıza da geçilmiş olur, kral kobranın kellesi de artık arkadaki kılıcın tehdidi altına girmiş olur…
Arkanıza geçtikten sonra, Heimlich manevrasını uygularlarsa, belki kurtulursunuz…
Bence uygulamazlar, arkanıza geçtikten sonra sadece uygular gibi yaparlar, sizi arkadan kavrarlar, işlerine ne nasıl geliyorsa öyle yaparlar!
Peki sizce?