Uzun : İnsanlığın “son” kırılma noktası
Toprak Ürünleri Kurumu Başkanı Gürsel Uzun sosyal medya hesabından depremler ve İSİAS davası ile ilgili değerlendirmede bulundu. Uzun “İnsanlığı katleden deprem veya doğal afetler değildir “ifadelerini kullandı.
Uzun’un açıklaması şöyle:
Son yazacağımızı başından yazalım, daha sonra bir daha yazarız, zararı olmaz;
Adaletin yozlaştığı, etkisizleştirildiği, küçüldüğü, çürüdüğü, basiretsizleştirildiği toplumlarda sadece adalet küçülmekle ve suçlar da büyümekle kalmaz, kendilerini yasaların ve devletin üzerinde gören, devleti babasının çiftliği sanan suçlular da büyür, neticede ise insanlığı katleden, adaletin ve devletin karşısında etkisiz kaldığı bir suç sektörü oluşur…Ahlak, insanlık, vicdan da yerle bir olur, çünkü adalet küçüldüğünde tüm kötülükler azgınlaşır, çığırından çıkar, ve en kötüsü, ahlak öldüğünde insanlık da kaçınılmaz şekilde katledilir…
Adaletin kırıldığı nokta, insanlığın da son kırılma noktasıdır, daha ötesi veya berisi yoktur.
1999 Gölcük depreminde hayatımızda görmediğimiz, duymadığımız dehşette bir olayla karşılaşmış, İstanbul bölgesindeki tanıdıklarımızla telefonla irtibat pek mümkün olmamış, elimizin altında sosyal medya olmadığı, sadece yazılı ve TVden izleyebildiğimiz basın kaynakları olduğu için ne yapacağımızı şaşırmış vaziyetteydik.
Depremin aşırı derecede yıkıcı olduğunu anlamamız çok uzun sürmedi ama bilgi kaynaklarımız sınırlıydı, sadece İstanbul dışındaki tanıdıklardan kısmen bilgi alabiliyorduk, üniversitedeki öğrencilerimizle irtibatımız tamamen kopmuştu.
Ancak üçüncü günden sonra tek tük cep telefonlarına ulaşabilmeye başlamıştık, bazılarına hiç ulaşamadık, sonra da kara haberler gelmeye başladı, çaresizlikten ne yapacağımızı şaşırmış durumdaydık.
Resmi kaynaklarda otuz binlere çıkan kayıp sayısı, sonradan sistematik şekilde 17 binlere çekildi, ancak çocukları bizim öğrencimiz olan üst düzey bir yetkilinin bana söyledikleri tüyler ürperticiydi, 47 saniyede en az 47 bin insanımızı kaybettik demişti…
İlk kez o günlerde, yıkımın esas sebebinin depremin şiddeti olmadığını, esas sebebin kalitesiz, kaçak, her türlü ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla, bilim ve yasa dışı şekilde yapılan bina müsveddelerinin sebep olduğunu öğrendik.
Bir binanın kaçak, yasadışı ve bilim dışı şekilde nasıl yapılabildiğini, devletin, belediyelerin buna nasıl izin verdiğine bir türlü akıl erdiremedik, ve sandık ki bu tarifsiz derecede korkunç felaketten ders çıkarılacak, gereken tedbirler alınacak ve bir kez daha milletimiz böyle bir felaketle karşılaşmayacak, karşılaşsak bile hasar ve kayıplar en az zararla atlatılacak.
Ama ne gezer!
99 depreminde hukuk sistemi ve adalet sistemi tam anlamıyla çuvalladı, katiller sürüsünün içinde sadece birkaç kişi yargılama sonucu hapse atılabildi, kaçak göçek binaların katlettiği insanlığı bir de yozlaşmış, çürümüş siyaset sayesinde kasten çürütülmüş, yozlaştırılmış adalet sistemi katletti, verilen cezalar ceza değil ödül oldu, adaletin ve siyasetin çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı yüzünden ahlaksızlar, vicdansızlar, sahtekarlar azdıkça azdı, bu ahlaksızların, sahtekarların yüzünden memleket yine kaçak göçek yapılarla doldu…
99 depreminden sonra şiddetli sayılacak yaklaşık on deprem daha oldu, üstelik de bu depremlerin olacağı da biliniyordu, ve hem can hem de mal kayıpları oldu, yine ders alınmadı, yine sorumlular yeterince cezalandırılmadı.
24 yıl sonra, bangır bangır bağırarak geliyorum diyerek asrın değil, süre itibarıyle sebep olduğu yıkım ve katliama bakıldığında insanlık tarihinin en büyük felaketi geldi…
Bir dakikadan daha kısa bir süre içinde 11 şehirde 39 bin ölümlü bina yıkımı oldu, bu 39 bin binanın sadece 26 bininde yaşam belirtisi tespit edilebildi, bazı şehirlerin büyük bir kısmı yok oldu, ve bu katliamda güya sadece 53 bin insanımızı kaybettik…
Keşke sadece bu kadarla kurtulmuş olsaydık ve bu rakam inandırıcı olsaydı…
Bu felaketten sonra yüzbinlerce kredi kartı ve telefon hattı bir daha çalışmadı, gerçek kayıp sayısı halen belli değil, belli olması da muhtemel değil, devlet kanadından yapılan açıklamaların da hiçbir inandırıcılığı yok…
Adalet sistemi yine bildik şekilde bilinçli taksir üzerinden, bile isteye sahtekarlık ve ahlaksızlık yaparak değil onbinleri, yüzbinleri katleden katiller çetesine hiçbir caydırıcılığı olmayan ödül gibi cezalar vermeye başladı, kamuda denetlemeden sorumlu olup da görevini yapmayarak bu katliama sebep olan katillere ise henüz hiçbir ceza verilmedi, bir teki bile adalet karşısına çıkarılmadı…
İşte insanlık ve adalet böyle katledildi…
İnsanlığı katleden deprem veya doğal afetler değildir!
İnsanlığı katleden insani adalet ve Tanrı korkusu olmayan, adalet korkusu olmayan bir yerde türedikçe türeyen, azdıkça azan, yüzsüzleştikçe yüzsüzleşen ahlaksızlardır, vicdansızlardır, sahtekarlardır…
FETÖ olayında, devletin her zerresine girdiklerini gördüğümüz FETÖ çetesinin özellikle adalet sistemini de nasıl ele geçirdiğini, yozlaştırdığını ve çürüttüğünü, tam bir sahtekarlık ve ahlaksızlık tezgahına döndürdüğünü, devleti iliklerine kadar yozlaştırdığını, adalet ve hukuk sistemini, ve keza devleti vatandaşın gözünde nasıl güvenilmez hale getirdiğini de gördük…
Şahsen bu kötülüğün bugün bile devletten ve adalet sisteminden temizlendiğine, arındığına veya gelecek tam olarak temizlenebileceğine inancım yok, hem de hiç yok…
Çünkü kötülük deşifre olduğunda, kılık değiştirmesini ve artık istenmeyen şeklini istenen şekle sokup da pazarlamasını iyi bilir!
Bugün bu şartlar altında 6 Şubat felaketinin davaları görülmeye başlandı ve bazı davalarda netice çıktı bile, katillere bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermekten ödül gibi cezalar verildi…
TCK’da yeri olan bilinçli taksir özetle, fiilin, yani yapılan eylemin neticesinin fail tarafından öngörülmüş olması, ancak “istenmemiş” olmasıdır!
Ceza da üçte birinden yarısına kadar artırılırmış!…
Ama infaz yasasına göre de fail aldığı cezanın en fazla üçte birini yatır ve çıkar!
Böyle bir ceza maddesi tanımı ve uygulaması, tam anlamıyla bir garabettir!
Fail neticeyi öngörüyormuş, eylemi gerçekleştiriyormuş, öngörülen netice de oluyormuş, ama fail bu neticeyi istemiyormuş!
Neticeyi istemiyorsa, o neticeyi doğuran eylemi yapmasın kardeşim! Yapıyorsa, o neticeyi istiyordur, kastı vardır demektir!
Sen adalet sistemi olarak niye garabetlikte sınır tanımayan, mağduru daha da mağdur eden, suçluyu da koruyup kollayan, dahası, azdıran, suça daha fazla teşvik eden özel bir gayretkeşlik içine girip de faili koruyorsun ki!
Neticeyi biliyorsa ve yine inatla yapacağını yapıyorsa, kasten ve bile isteye yapıyor demektir, bu kadar basit!
Kasten yapıyorsa, suçluya öyle bir ceza vereceksin ki bir daha hiçbir ahlaksız, hiçbir sahtekar bile isteye, neticesini de öngörerek bir suça teşebbüs etmesin…
Eğer devlet ve hukuk/adalet sistemi olarak bunu yapmıyorsan, adalet ve devlet olarak, suçu ve suçluları azmettiriyorsun, azdırıyorsun, suça da suç ortaklığı yapıyorsun, hatta ve hatta, hangi akla hizmettir bilinmez, bunu da kasten yapıyorsun demektir!
İşte bu noktada;
Adaletin yozlaştırıldığı, etkisizleştirildiği, küçüldüğü, çürüdüğü, basiretsizleştirildiği toplumlarda sadece adalet küçülmekle ve suçlar da büyümekle kalmaz, kendilerini yasaların ve devletin üzerinde gören, devleti babasının çiftliği sanan suçlular da büyükçe büyür, neticede ise insanlığı rastgele katleden, adaletin ve devletin karşısında etkisiz kaldığı bir suç sektörü, tarifsiz bir kötülük oluşur…Bu tarifsiz kötülük karşısında ahlak, insanlık, vicdan da yerle bir olur, çünkü adalet küçüldüğünde tüm kötüler ve kötülükler azgınlaşır, çığırından çıkar, ve en kötüsü de, ahlak öldüğünde insanlık da kaçınılmaz şekilde katledilir…
İnsanlığın ve ahlağın da katledilişinin temel ve birincil sorumlusu suç ve suçlular değil, onları yaratan, yaratılmalarına zemin hazırlayan, azmettiren, koruyan, kollayan yozlaşmış siyaset, devlet ve adalet sistemidir…
Bu kadar basit!
26 Şubat’ta, Adıyaman’da, tam bir sahtekarlık ve ahlaksızlık abidesi olarak dikilen ve saniyeler içinde yerle bir olarak 72 insan evladının topluca katledilmesine neden olan, Kıbrıs Türkünün de 1974 sonrasında yaşadığı en büyük felaketin sebebi olan İsias davasının ikinci duruşması yapıldı…
Yine tam bir adalet komedisi yaşandı!
Kusursuz bir sahtekarlıklar ve ahlaksızlıklar silsilesiyle o toplu mezarı yaratan katillere ve katillerin savunucularına göre, (ki takındıkları tavırlara ve söylemlere bakıldığında bunlara hukukçu demek hukuğa ve adalete hakarettir), kendileri melekler kadar masumdurlar, bütün kabahat depremdedir, bir tek kendileri doğrudur, geriye kalan herkes gerçeği söylememektedir!
Amma ve lakin, katiller çetesinin her türlü sahtekarlık ve ahlaksızlıkla, el birliğiyle katlettikleri 72 can parçasının katledildiği gerçeği ve İsias denen ucubenin hali de ortadadır!
Tepeden tırnağa sahtekarlık ve ahlaksızlıkla yapılan, yapılmasına göz yumulan bina müsveddeleri saniyeler içinde yerle bir olurken kanunlara, bilime uygun yapılmış binaların, İsias’ın çevresindekiler dahil, ayakta kalması da bunlara göre herhalde tesadüftür!
Mahkeme ise üçüncü kez bilirkişi raporu talep ediyor!
Gerek yapım aşamasında gerekse denetleme aşamasında tepeden tırnağa emsalsiz bir sahtekarıkla yaratılan, adına İsias denen bina ucubesinin saniyeler içinde ne hale nasıl geldiği apaçık ortada dururken, mahkeme tarafından üçüncü kez bilirkişi raporu istenmesi bile sadece adaletin ve ahlağın değil, bilimin de yozlaştırıldığının, güvenilmez hale getirildiğinin bir göstergesidir, ki Gazi raporunda da bunu apaçık gördük…
Adaletin temsilcisi mahkeme bilime güvenmiyor, mağdurlar adalete ve bilime güvenmekte tereddüt ediyor, dahası, tarifsiz bir cehaletle, ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla insanlığı ve bilimi katleden katiller çetesi ise hiçbir türlü işlerine gelmediği ve foyalarını ortaya çıkarma ihtimali yüksek olduğu için hem adaletin temsilcisi mahkemeye hem de bilime güvenmiyor.
Sanık avukatlarından Fuat Göktaş isimli şahsın özellikle evlatlarını kaybeden ailelerin 1974 sonrasında ilk kez böylesi şehitler verildiğine dair sözlerine karşılık sarfettiği lafları, ahlağın, insanlığın, bilimin ve adaletin nasıl, hangi tür bir zihniyetle katledildiğinin, katledilmesine göz yumulduğunun, akıl almaz bir çarpıklığın ve yozluğun nasıl edepsizce savunulduğunun, şehitler üzerinden nasıl duygu sömürüsü yapıldığının ve şehit edebiyatıyla ahlaksızlığın neticesinin nasıl kamufle edilmeye çalışıldığının en net göstergesiydi;
Katiller çetesinin sayın bay avukatı diyor ki;
“Biz delillerimizi bulamıyoruz. Mahkemeye bir türlü görüntüleri getirtemedik. Ailelerimiz “1974’ten sonra ilk kez şehit verdik” diye geçen duruşmada söylemişti. O şehitler bizlerin de şehitleridir. Bak şehitlerimiz diyoruz…Bu mahkemede çalışanların yakınları da depremde hayatlarını kaybettiler…”
Ben sana cevabını buradan vereyim bay katiller çetesinin avukatı;
Mahkemeye delilleri getirtemedin diyorsun, kör müsün, yoksa gördüğünü algılayamayacak kadar akıl tutulmasına mı uğradın!…Çevresindeki binalar sapasağlam ayakta dururken akıl almaz bir sahtekarlık ve cehaletle yaratılan İsias denen ucubenin saniyeler içinde ne hale geldiği, projeye uyulmadan her aşamasında santimine kadar sahtekarlıkla yapıldığı, 72 canı saniyeler içinde ezim ezim ezdiği ortada ayan beyan dururken sen hangi delili mahkemeye getirtemedin, tekrar soruyorum, kör müsün, yoksa gördüğünü algılayamayacak kadar akıl tutulmasına mı uğradın, yoksa kestiğin rol icabı ne kadar artistik yaparsam o kadar para tokatlarım hesabında mısın!!!
74’de verilen şehitleri de hiç ağzına alma, kutsal hatıralarını kirletme, sana kimse o hakkı vermedi!…Kıbrıslı Türkler ve Mehmetçikler Yavru Vatan toprağında kucak kucağa yatıyorsa, bu canların fedası bir ulusun, Türk ulusunun bu topraklarda varoluş mücadelesi içindi…Ahlaksız, sahtekar katillerin savunuculuğunu üstleneyim derken şehitlerin kutsal hatıralarını kirletme cüretini gösteren, avukatlık yapayım derken artistliğe soyunan, adalet arayım derken ahlağı katleden bir ahlak, edep ve adalet gafilinin şovu için değildir…
O mahkemede çalışanlar da depremde yakınlarını kaybettiler diyorsun! Evet, kaybettiler, daha doğrusu katledildiler, bunun da tek sebebi senin temsil ettiğin ve ahlaksızlıkta, sahtekarlıkta, kötülükte, terbiyesizlikte, kokuşmuşlukta sınır tanımayan zihniyetin ta kendisidir…O zihniyet zerre kadar bilime, hukuğa, kanuna, kurala değer verseydi ve kamuda görevli olan denetleyiciler de görevlerini yapmış olsalardı, bugün çocuklarımız ve arkadaşlarımız, katledilen diğer sayısız can aramızda olmuş olacaktı…Hala utanmadan konuşuyorsunuz!
Unutma bay avukat, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner, sen de kendini evinin enkazının başında, enkazın altında kalmış evlatların ve sevdiklerin için çaresizce ağlıyor olarak bulabilirsin!
Aklınızı başınıza toplamanız için ille de bu gerekiyorsa, siz bu zihniyetle gittiğiniz sürece, hiç şüpheniz olmasın ki o da olacaktır ve sayenizde başka canlar da katledilecektir…
Fenni mesul Erdem Yıldız’a göre ise, binada yapısal ve teknik bir hata yok ama otelin ruhsatlandırma sürecinde sahtecilik varmış!
Birilerinin bu “toplu katliamın baş sorumlularından biri olan bu katil adayına” madem binada hiçbir yapısal hata yoktu, ruhsatlandırmada niye sahtecilik yapılmasına ihtiyaç duyulmuş, niye yan binalar ayakta dururken bu bina müsveddesi saniyeler içinde tuzla buz olmuş, madem sahtecilik yapıldığını da biliyordun ve iddia da ediyorsun, niye gidip gerekli yerlere ihbarda bulunmadın diye sorup sormadığını cidden merak ediyorum!
Yapısal ve teknik bir hata yokmuş ama ruhsatlandırmada sahtecilik yapılmış, vay be!
Tanık uzman olarak dinlenen ve 40 yıllık tecrübesi olan mimar Prof. Dr. Yonca Gürol’un açıklamaları bu katliamın aslında nasıl gerçekleştiği konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmıyor;
Her katta tesisat borularının geçebilmesi için kolonlarda yedi delik açıldığını (yani zaten üretimde sakat olan kolonların tamamen mahvedildiğini), buna rağmen ruhsat alınarak, inşaata devam edildiğini, binaya çok fazla duvar yükü bindirildiğini, deprem yükünü almak için tasarlanan ve kolondan çok daha güçlü olması gereken perde duvarın kesildiğini ve bu durumun kolon kesmekten çok daha ciddi sonuçlar doğurduğunu, bu durumda yıkılmanın olağan olduğunu, her iki aşamada da inşaat mühendisliği projesine müteahhitlik tarafından uyulmadığını, sonuç olarak bütün ekibin ve belediyenin de hatalı olduğunu vurguladı…
Elbette bir de bunlara en kalitesizinden üretim malzemesi, kolonların kesilmesi, delik deşik edilmesi ve en temel bilimsel kriterlerden bile uzak imalat eklenince, sonuç kaçınılmaz oldu, depremin daha ilk saniyelerinde bu bina müsveddesi yerle bir oldu, ki deprem olmasaydı bile kendiliğinden yıkılması da an meselesiydi…
Sanık avukatı ise 40 yıllık hoca olan ve binlerce mimar yetiştiren Prof. Dr. Yonca Gürol’u “uzman” olarak kabul etmedi!
72 insan evladının katliamı ve İsias ucubesinin saniyeler içinde nasıl yıkıldığı bir realite olarak ortada dururken, herhalde Yonca Hoca’nın yerine oraya uzman diye bir palyaço çıkarsalar ve sanık avukatına “hade, sen hukuk diplomanı nerden nasıl aldın bilmiyorum ama sen ne istediğini söyle, ben de onu söyleyim, nasılsa ben palyaçoyum, tam da senin aradığın türdenim!” deseydi ve 40 yıllık işin uzmanına da, “bak işte, soytarılığımız gereği senin uzmanlığını tanımıyoruz” deseydi, iş tamam olacaktı…
Prof. Dr. Yonca Gürol’un 40 yıllık tecrübesinin yanında, benimkisi solda sıfır kalsa da, İnşaat Mühendisliği bölümünde özel amaçlı teknik İngilizce dersi verirken bile bir bina inşaat sürecinin ne kadar hassas olduğunu ve her aşamasının ne kadar dikkatle ve bilimsel kurallara uygun şekilde yapılması gerektiğini, yeri geldiğinde küçük bir vidanın bile ne kadar önem arz ettiğini ve bina inşaat sürecinde en ufak bir ayrıntının ve malzemenin bile asla göz ardı edilmemesi gerektiğini, bunun ölümcül sonuçları olabileceğini bizzat tecrübe ettim.
Ve bilim ve kanunlar, kurallar ortada dururken, sanık avukatı, mahkemenin uzman olarak tanıklığını kabul ettiği 40 yıllık uzmanın uzmanlığını tanımıyormuş!
Mahkeme heyetinin, kendilerinin uzman olarak tanıklığını kabul ettiği bir tanığın tanıklığını tanımıyorum diyebilen bir avukatı neden kapı dışarı etmediğini de anlamakta zorlanıyorum, anladık, o da haksız da olsa bir hak arayışı içindedir, ama bu bilimi, hukuğu, mağduriyeti hiçe sayan bir zihniyetle olmaz!
Bir tarafta 72 evladını cehalete, ahlaksızlığa, bilim, kanun ve kural tanımazlığa kurban vermiş mağdurlar var, diğer tarafta hem kel hem fodul, hem yüzsüz hem terbiyesiz, hem ahlaksız hem sahtekar, hem vicdansız hem insanlığı ve bilimi katletmiş, adalet korkusu ve saygısı olmayan, kanun kural tanımayan, hatayı hep başkalarına yüklemeye çalışan, hatta ve hatta, zerre kadar Tanrı korkusu bile olmayan, mağdurları suçlu, suçluları mağdur gösterme gayreti içinde olan bir katiller çetesi ve savunucuları var!
İşte insanlığı ve adaleti katleden, katledilmesine çanak tutan, azmettiren zihniyet de bu zihniyettir!
Ve bu davada bu zihniyet ya bir daha insanlığı tehdit edemeyecek şekilde yok edilecek ve en ağır cezaya çaptırılacaktır, veya, yine insanlığı katletmek için azdırılacak, cezalandırılmak yerine ödüllendirilecektir, iş yine İlahi adalete kalacaktır!