Ünsal: Hayvanlarımızla Birlikte Bayramlarımız da mı Kurban Ediliyor?
Din İşleri Başkanı Prof. Dr. Ahmet Ünsal, Kurban Bayramı ve kurban kesme ibadeti hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Ünsal, kurban ibadetinin derin anlamına ve tarihi kökenlerine değinerek, bazı yanlış anlaşılmalara dikkat çekti.
Ünsal’ın açıklaması şöyle:
Medine-i Münevvere’ye hicretin ikinci yılında İslâm Dininin bayramları netleşti. Biri Ramazan’ın bitiminde imsâkın iftara dönüştüğünü ifade eden Fıtır (Ramazan) Bayramı diğeri Adhâ (Kurban) Bayramı. Ramazan’da oruç tutmak nasıl ibadetse bayramı idrak ve ihyâ etmek de ibadettir. Bayramlar dinlenme ve tatil fırsatı olarak görülmemelidir. Birer ibadet olmaları sebebiyle onların da nisbî külfetleri vardır.
Orucu da kurbanı da namazı da mirası da nikahı da içine alan dinî emirlerin yani Ahkâm-ı Şer’iyye’nin amele yönelik olanlarının (Fıkhu’z-Zahir) bir kısmı ibadetlerden diğer kısmı ise muâmelâttan oluşur. Genelde nicelik ve nitelik olarak ibadetlerin gerekçeleri (illetleri) bildirilmemiştir. İkindi ve yatsı namazının neden dört rekât olduğu bilinmediği gibi akşam namazının neden üç rekât olduğu da bilinmez. Tıpkı 40 koyunu olanın da 80 koyunu olanın da 120 koyunu olanın da bir koyun zekât vermesi gerekirken 121 koyunu olanın iki koyun vermesi gerektiğinin sebebinin tam olarak bilinemediği gibi. Yanî Usûl-i Fıkıh’taki ifadesiyle ibadetlerle ilgili hükümler müteabbeddir, gerekçeleri (illetleri) belirtilmemiştir, kul olmanın gereği olarak sorgulamadan eda edilmelidir. Müteabbed oldukları için de kıyasa konu olmazlar. Yani illeti dikkate alınarak edası aşamasında bizzat nass tarafından belirtilmediği sürece alternatif yollara başvurulamaz. Birçok kimse illetle hikmeti birbirine karıştırdığından aklına gelen gerekçeleri teşriin sebebi zannedebilmekte ve yanılmaktadır. Fıkhın muamelat kısmında ise birçok hükmün muallel (gerekçeli) olduğunu görürüz. Gerek mansûs (nasla belirtilmiş) gerekse mustanbat (ictihad yoluyla ortaya çıkarılmış) olsun illet tespit edilmişse o alanda fıkıh üretmek mümkün olur.
Yazımızın asıl konusu olan Kurban Kesme ibadetine dönecek olursak, bu ibadetin illeti yoktur. Nisap miktarı malı olan kimselerin kurban kesmesi vaciptir. Kurban, Hz. Âdem’in çocukları Hâbil ve Kâbil zamanından beri var olagelen, Hz. İbrahim’den istenilen, Hz. Peygamberin şahsına emredilen ve Efendimizin: “İmkânı olduğu halde kurban kesmeyen bizim mescidimize gelmesin” hadisiyle dini hükme dönüşen bir ameldir. Allah’a yakınlık tesis edebilmek adına sahip olunan bir değerden vazgeçebilmektir. İslâm öncesi dönemlerde kesilen kurbanların etinin yenilmesi çoğu zaman söz konusu bile değildir. Buna göre “Kurban Paylaşmaktır” sloganı kulağa hoş gelse de kurbandaki asıl amacı yansıtmamaktadır. Mesela Hz. İbrahim’den oğlunu kurban etmesi istenmiştir. Ne için? Fakirlerin et ihtiyacını karşılamak için mi? Hayır! Ey İbrahim! Rabbin için evladından da vazgeçebilir misin? Sorusuna Halilullahca cevap verebilmek için.
Bilindiği gibi İslâm’da da birçok vesileyle kurban kesmek gerekmektedir. Akika kurbanı, şükür kurbanı, ihsâr kurbanı, adak kurbanı, hedy kurbanı, ceza kurbanı gibi. Bunların bazılarında kurban sahibinin yememesi şart koşulduğu gibi bazılarının da harem bölgesinde kesilmesi şart koşulmuştur. Hicretin ikinci yılından itibaren Hz. Peygamber her yıl bizzat kendi elleriyle kurbanını kesmiş, onuncu yılda gittiği veda haccında kurban edilmek üzere 100 deveyi Mekke’ye göndermiş, bunların 63 ya da 65 tanesini bizzat kendi eliyle keserken geri kalanını Hz. Ali’ye kestirmiştir. Kesilen kurbanların etlerinin de üç parçaya ayrılmasını, üçte birinin hane halkınca tüketilmesini, üçte birinin misafirlere ve komşulara ikram edilmesini diğer üçte birinin de fakir, fukaraya dağıtılmasını istemiştir. İşte bu son üçte birlik kısım infak edilen kısımdır.
Kurban emrini yerine getirmek isteyen kimse bu işten anlıyorsa keseceği hayvanı bizzat seçmeli, anlamıyorsa bir bilenden yardım almak suretiyle kurbanını belirleyip satın almalı, işaretlemeli, sevip okşamalı, mümkünse ev ahalisine göstermeli ve işte bu bizim için Allah’a kurban olacak demelidir. Hane halkı kurban kesme duygusunu yaşamalı, merhametin ve fedayı cânın ancak Allah için olabileceği şuuruna ermeli, yeri gelince Allah için, vatan için kendi canından da vazgeçebilmenin hissiyle tanışmalı ve belki bir gün “o mazlum hayvan kadar bile kurban olmayı beceremeyecek miyiz” demenin hazırlığını yapmalıdır.
Kesilen kurbandan komşulara ikram etmek suretiyle müslüman kimliğimiz ortaya konulmalıdır. Bir tabak kavurma götürmenin etkisi hafife alınmamalıdır. Kurbanı kavurma şöleni olarak yaftalamak suretiyle ibadeti tezyif eden söylem sahipleri ya cahil ya da gâfildirler. Hukukta “Yasa etki analizi” diye bir ilke vardır. Konulan hükmün amaca ne kadar hizmet ettiği, toplumda nasıl karşılandığı, makro hedeflerle ne denli bağdaştığı ve nasıl tepkilere sebep olduğu ölçülür. Kaldı ki bu sıradan bir fâninin koymuş olduğu yasa için söz konusudur. Devleti kuran iradenin kanunlaştırdığı bir ilke tartışılamazken, İslam’ın koyduğu hükümler, dinin sahibinin aklından şüphe edercesine muhabbete meze yapılmakta ve sürekli bir katkı koyma şehveti teskin edilmez bir küstahlığa dönüşmektedir.
“İbadet de gizli kabahat de” lafı dinî temeli olmayan bir palavradır. İbadetin, Fatiha-i Şerife’de “Sana kulluk ederiz” denilmek suretiyle topluca ve alenî olanının daha makbul olduğunu göstermektedir. Yaşadığımız dönemde kulluğun izhârı tevazuun ihsâsından çok daha önemli hale gelmiştir. Kullukta lakayt olanlar, kulluk yapanı görmeye görmeye başkalarının da aynı durumda olduğuna ve nihayet gittiği yolun doğru olduğuna inanmaktadır. Bu durum toplumda öylesine yer etmektedir ki zamanla insanlar kulluk etmekten utanır hale gelmektedir. Zemini müsait gören rezerve şarlatanlar da sırayla her bir İslâmî esası “makâsıd” bahanesiyle hırpalamakta, Cenab-ı Hakk’ın “De ki dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz?” ( Hucurât, 16) âyetindeki vurguyu realize etme yarışına girmektedirler.
İslâm’ın gölgesi toplumlardan kalkmıştır. Müslümanca duruşu artık sadece minareler yapmakta, camiler boş kalmaktadır. Temizliğe yeni bir bakış açısı getirelim, tesettürdeki asıl amacı ortaya çıkaralım, faiz yasağını güncelleyelim, zekâtı erzak kolisi dağıtımına indirgeyelim, hac ve umreyi turistik bir seyahate dönüştürelim…
Gün gelecek birçok ibadet internet üzerinden yapılacak. Okuyuculara şaka gibi gelebilir ama son üç yüz yıl içinde din anlayışındaki ve yaşayışındaki erozyonu iyi incelerlerse yaşananlar yaşanacakların hiç de hayal olmadığını ortaya koyacaktır. İnternetin başına oturan kimseye ekrandan bir soru yansıyacak. Hangi dindensin? Müslüman, Yahudi, Katolik vs. Müslüman şıkkını işaretleyen kimseye ikinci soru. Cuma namazı kılmak ister misin? Evet. Nerede? Kabe’de, Ravza’da, Kudüs’te, Japonya’da, New York’ta vs. Kabe’de. Hangi İmamı istersin? Sudeys, Şureym, Mahir…Şıkları işaretledikten sonra sanal olarak o atmosferin içinde kendinizi hissedeceksiniz ve gönül huzuruyla Cuma namazınızı eda etmiş olacaksınız. Belki birileri “Öyle Cuma mı olur?” diyecek ki haklıdır ama oğlunuz “Neden olmasın?” diyecek. Torununuz ise “başka türlüsü zaten mümkün değil ki!” diyecektir. Sonra mı? Sonra herkesin gözü camilere ilişmeye başlayacak. Bunlara ne gerek var? İmamlara ne gerek var? Din öğreten müesseselere ne gerek var? Diyecekler. Ve böylece İslâm’ın bir kalesi daha yerle bir edilmiş olacak. Hem de kendini müslüman diye tanıtan kimseler tarafından.
Uyanık olmak gerekiyor. Düşman karşımıza geçip “Bu camileri yıkacağım” demiyor. Öyle bir toplum mühendisliği yapıyor ki müslümanlar kendi camilerini kendi elleriyle yıkıyor. Tıpkı bir papazın karşımıza çıkıp “Bu peygambere inanmayın!” demeyip malum kimseleri hoca kisvesiyle sınıfa gönderip “bu hadisler sahih değil” dedirtmesi gibi.
Bir Kurban Bayramı’nı daha idrak ettik. Hayvan katletmek benim dinim olamaz, ben ihtiyaç duyulduğunda kasaptan alırım diyenlere sözümüz yok. Kafasının içinde beyin olmayan zaten dinle mükellef değil. Bu bayramda kurban kesme ibadetini yerine getirmek isteyenlerin önünde son beş on yıldır olduğu gibi iki alternatif vardı. Ya 20-25 bin lira verip bir koyun ya da sığır hissesi kurban edecekti. Bunu yapmak için hayvan bakmak, bayram sabahı ya hayvanı getirmek ya da onun olduğu yere gitmek sonra kesilen kurbanın parçalara ve paylara ayırmak veya ayırttırmak, eve intikal ve hisse dağıtma işini yerine getirmek gerekmekteydi. Kavurmalık kesmek, kıymalık olanları kasaba götürmek ve bu süreçte etleri kokutmamak gerekmekteydi. Bir de etin pişerken salgıladığı kokuyu hazmetmek vardı. Sahi derisini ve sakatat kısmını ne yapacaktık?
Ya da bütün bu zahmet ve meşakkatlere hiç girmeden hem de çok daha ucuza yurt dışına göndermek vardı. 3-5 bin liraya bu işi çözebilirdiniz hem de bir telefonla. Hesaba veya iban’a malum miktarı gönderip kurban ibadetini eda etme huzurunu yaşayabilirdiniz. Bu ikinci yol her geçen yıl daha çok tercih ve teşvik edilir oldu. Bu yol açılalı beri ülkemizde kurban edilen hayvan sayısında ciddi düşüşler var.
Ne demek mi istiyorum? Bu ikinci yolla kesilen kurban olmuyor mu demeye çalışıyorum. Haşa! Bu atmosferde bunu deme cesaretini gösteremem ama şu kadarını söylemek de görevim. Hani her Cuma hutbeden okunan ve İslâm’ın özeti sayılan bir âyet var. “Allah adaleti, ihsânı ve paylaşmaya yakınlardan başlamayı emreder.” (Nahl, 90). Ülkemizde, şehrimizde, semtimizde kurban etine muhtaç birçok kimse var. Hemen akla sadece fakir komşular gelmesin. Onların dışında öğrenci yurtları, vakıflar, Kur’ân kursları var. Yurt dışı fiyatlarıyla rekabet etmeleri imkânsız. Utana sıkıla büyükbaş hisse fiyatı ile küçükbaş fiyatını mümkün olduğunca en alt limite çekmelerine rağmen iç piyasa şartları belli miktarların altına inmeyi imkânsız hale getiriyor. Öyle olunca da maliyet hesabı yapanların iltifatına mazhar olamıyorlar. Bu arada gerçekten etrafındaki fakirlere pay vermek isteyip de onlara ulaşamayanların sayısı da az değil. Ülkemizde deri toplama organizasyonu kadar muhtaçlara et toplama organizasyonu yok maalesef. Oysa il ve ilçelerde kurulacak olan soğuk hava depolarına devletin uygun kurumları tarafından etler toplanıp yıl boyunca ihtiyaç sahiplerine suistimal edilmeden dağıtılabilir.
Başta Afrika olmak üzere yurt dışındaki ihtiyaç sahiplerine bu yardımların ulaştırılması elbette fevkalade bir durum. Bu hizmete öncülük eden kurumlardan Allah razı olsun. Bu faaliyette görev alıp bütün bayramı sırtında et taşıyarak geçiren kardeşlerimizi tebrik ediyorum. Bu anlamda ülkemizle gurur duyuyoruz. Sadece Kurban Bayramı’nda et yiyebilen binlerce mağdur insanın sevinç ve hissiyatına şahit oluyoruz. Bu hizmetin devam etmesi gerekir ancak infak kurbanın sadece üçte birini oluşturuyor. Belki birileri hepsi infak edilemez mi diye sorabilirler. Elbette hepsi infak edilebilir ama bizim görevimiz bir taraf ihya edilirken diğer tarafın imha edilmemesi gerektiğini dile getirmektir.
Yurt dışına kurban göndermek ibadette kolaylığı sağlıyor ama her kolaylık meşru olmayabilir. Kurumların parayı doğrudan almaları iyi niyetliler ve hassasiyet sahipleri için belki sorun teşkil etmez ama geçmişte bu paraları toplayanların kendilerince uydurdukları fetvalarla kurban kesmek yerine başka işlerde kullandıkları herkesçe bilinmektedir. Hani otogarlarda memleketine dönmek için yardım dilenen ameliyatlıların para vermek yerine bilet almak teklifinden rahatsız olmaları gibi bir durum söz konusu olabilir. Dolayısıyla kurban sahibi mümkün olduğunca kurbanını kendi seçip satın almalı ve kesilen kurbanların etleri zayi edilmeden bu ülkelere gönderilmelidir. Böyle olunca hem vicdanen müsterih olunur hem de kurban pazarının ülke ekonomisine faydası olur.
Toplumumuzda kurban kesilme faaliyetinin her yıl hızla azalması doğal dengeyi de bozmakta kurbanların toprağa gömülen sakatatlarıyla beslenen hayvanlar aç kalmakta ve çareyi insanlarla aynı ortamı paylaşmakta bulmakta ve saldırganlaşmaktadırlar.
Sonuç olarak Kurban ibadeti sadece et dağıtımı, muhtaç kimselere protein desteği demek değildir. Şayet mesele sadece et olsaydı Cenab-ı Hak kimi zaman deve kimi zaman koyun ve keçi kesilmesini emretmez, et olsun da nasıl olursa olsun tarzında bir hüküm koyardı. Bu bir ibadettir. Ne kesildiği, kimin kestiği ve nasıl kestiği önemli olan, satım akdinin sahih bir şekilde gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, fâsit veya bâtıl akitlerden önemle kaçınılmasının gerektiği ve akde zarar verecek her şeyin kurban ibadetini geçersiz kıldığı bir ibadettir. Dolayısıyla bulunduğu mahalde kurban alıp kesme imkânı olanın bu yolu tercih etmeyip maliyet hesabı yaparak yurt dışına kurban parası göndermesinin doğru bir davranış olmadığı kanaatini taşımaktayız. Yurt içinde hiçbir şekilde bu imkânı olmayan kimselerin ise infak olarak yurt dışına kurban göndermelerinde bir sakınca olmasa gerektir. Aynı ailede birden fazla kimse kurban kesiyorsa ya da bir kimsenin birden fazla kurban kesme imkânı varsa bunların da güvenli yollar bulunduğunda yurt dışına kurban göndermeleri uygun olabilir.
Cenab-ı Hak yapmış olduğumuz ve yapacağımız ibadetlerimizi kabul etsin.