Epey yıllar öncesiydi, ilk kez hakiki kölelik hikayesi dinleyeceğimi bilmiyordum.
Bir kafede oturuyorum. Servis hizmeti veren garson “Sen gazeteci misin ağabey, diye” sordu. O zamanlar devasa fotoğraf makinemizi yanımızda gezdirirdik.
Evet dedim.
“Bana telefon numaranı verirsen seni aramak istiyorum, anlatacaklarım var” dedi ve numaramı alıp uzaklaştı.
Tedirgin görünüyordu, yabancıya benzemiyordu, fena sayılmayacak ağızsız eğitimli bir Türkçeyle konuşuyordu.
Artesi gün aradı, adını vermek istemiyordu. Adını vermezsen bu haberi yapmamın bir anlamı yok. Yayınlansa da kimseler inanmaz, dedim.
Olsun ağabey, yayınlanmasa da olur.
Ama ben bu içimi acıtan sıkıntımı birine anlatmış ve rahatlamış olayım yeter.
Türkiye’de kimseye anlatamadım. Anlatsaydım, benim yüzüme bir daha bakmazlar, hatta beni suçlarlardı, dedi.
2010’lu yılların başında, Türkiye’deyken Arabistan’da çalışmanın bir yolunu aramış. Sonra adını hatırlamadığı TC vatandaşı bir Suudi Arapla tanışmış. Adam Arabistan’da çalışabilmesi için kendisine “Kefil” bulmayı vadetmiş. Ona bilmem kaç bin dolar para vermiş.
Arabistan vatandaşı birilerinin, işçi adına kefil olup devlet hazinesine kefalet yatırmasına “KEFİL” deniyormuş.
Bir süre sonra bileti de dahil, eline kefillik belgesi verilmiş. Uçağa binip kendini Arabistan topraklarına atmış.
Havalimanı terminalinden çıkmış, yanına sakallı arap kıyafetli bir adam yanaşmış. Pasaportunu ve kefillik belgesini elinden almış. Şu ilerdeki kamyonete bin ve bekle demiş ve ortadan kaybolmuş.
Hem uçak yolculuğu, hem de hava değişimi, bir anda bahardan yaza geçiş, havanın fazlasıyla sıcak oluşundan sersemlemiş haldeymiş..
Kamyonetin arka koltuğuna yerleşmiş. Sonra zaman geçtikçe Pakistanlı, Bangladeşli, Malezyalı müslüman başka diğer kişler gelip, aracın içine değil de kamyonun yük kısmına doluşmaya başlamış. Kendisi de gayri ihtiyari kabinden çıkıp arka kısma geçmiş.
Akşamüstü gün batımına yakın, süratle yol alan kamyonetin arkasında çölün ortasında bulmuşlar kendilerini.
Gün battıkça rüzgar şiddetini artırmış. Rüzgarla savrulan kum tanecikleri yüzlerini kırbaçlayıp acıtmaya başlamış.
Herkes gelişigüzel başlarını ve yüzlerini örtmeye çalışıyormuş.
Yere çöküp sipere yatmışlar.
Çölün ortasında, gece yarısına doğru, zifiri karanlık bir yolda, sadece kamyonet farlarının aydınlattığı, etrafı geniş kumulluk ince bir yolda baya ilerlemişler.
Uyuya kalmış…
Uyandığındaysa,
kabusun ortasındaymış..
Kaba saba bir Arap, bağırıp duruyordu, tek anladığım şey “Yallah/yallah, ruh, deal” başka tek kelime anlamıyorum, diyor ve devam ediyor…
Çölün ortasında, derme çatma, damı hurma ve palmiye yapraklarıyla kapatılmış bir deve ahırında bulmuş kendini.
Her yer toz toprak, göz alabildiğince kumul.
Ahırın biraz ötesinde, kum tepesinin gölgesine kurulu kerpiçten iki katlı bir konak. İçinde çalışan hizmetli erkekler, hatun kişi yok.
Evin ve ağılın sahibi zengin bir Arap.
Aradan zaman geçince görünenin ötesini görmeye başlamış.
Herkesin dilinde tek şey varmış, benim kefilim kim, neden buradayım, ben hurma paketleme firmasında çalışacağımı sanıyordum, ne zaman maaş alacağım, açlıktan öleceğiz..
Ve bir gece, kerpiç konağın bodrum katına nargile kömürü indirmek zorunda kalmış. Büyük sürprizle o zaman karşılaşmış.
Kocaman bir salon ve salona açılan yeşil kapılar..
orta genişlikte bir salon, yerlere serpiştirilmiş genişçe minderler. Aralarda ayak üstünde geniş metal siniler. Metal similere serpilen pilavın üzerinde et parçaları..
Gümüş sipsiler, altın kaplama mangallar, her çeşit alkol, her nevi haşhaş, kadınlar, zenneler, travestiler ve henüz çocuk yaşta sayılacak 15-16 yaşlarında kızlar ve oğlanlar. Tüm salon duman altı…
Büyük salonda 60 yaş üzeri, kır sakallı, zıbınlı, başı sarıklı, habire haşhaşlı nargile tüttürüp, viski yudumlayan Hacı Kefiller sürüsü..
Kefil olana cennet, kefile amade olana cehennem olan bu cendereden herkes kaçmak için yol arıyor, ama kimsenin elinde kefilinden izin kağıdı yok..
Bir nevi modern kölelik.
Kaçmak için hamle yapanların kırbaçlandığı, dövüldüğü ve oda hapsine alındığı söylentileri kulaktan kulağa dolaşıyor.
Çölün ortasında, sahibine, misafir kefillerine cennet, çalışanına cehennem bu çöl çiftliği konağından kim elini kolunu sallayarak ayrılma cesareti gösterebilir?
Çalışanlar, tokatlandığını, yüzlerine tükürüldüğünü, itilip kakıldığını, aç bırakıldığını, aşağılandığını ve istemedikleri şeyleri yapmaya zorlandıklarını anlatıyor. Gel gör ki kimse kimsenin yaşadıklarına şahit edilmiyor, durum bu..
Yani tüm bu suçlar işlenirken üçüncü göz şahitliğinden özellikle kaçınılıyor. Zira şeri mahkeme şikayetçinin ifadesini değil, şahit gözünü ispat kabul eder.
Herkes kefile, işverene, yani köle sahibine inanıyor.
Kutsal Topraklarda müslümanın müslümana yaptığı işte bu.
İşçi, kölelik sistemine benzeyen “Kefillik”
Kefil Allah, ama Sudi Arabistan’daki çalışma izni yerine geçen “Kefil” sistemi kölelikti.
Bu uygulaması Mart 2021 yılında yasa değişikliğiyle kalktı.
“Peki ya Kıbrıs’ta yabancı işçiye uygulanan sistemi nasıl buluyorsun?” diye sordum.
Aynı şey, tek farkla, Arabistan’da ekseriya müslümanlar köle iken, burada din dil ayırmaksızın vatandaş olmayan herkes köle, diyor.
Ben de yıllardır yıllardır yazıyorum. Sistem işvereni, patronu, sermayedarı koruyor çünkü. İşçiyi de malzeme olarak kullanıyor..
Memleket bülbül, ağzında dut, ne yiyip yutuyor, ne tükürüyor, ne de ötüp şakıyor.
Bu adayı mahveden şey ucuz işçiliktir buna sebepse Kıbrıs’ın aç gözlü patronları ve işverenler, herkes biliyor ve susuyor.
Candaş Özer Yolcu
7 Eylül 2024 Lefkoşa