Ediz TuncelKıbrısManşet

Ediz Tunçel: Akıl olmayınca başta…

 

Akıl olmayınca başta, ne kuruda biter ne yaşta…

Bu atasözünü herhalde herkes bilir.

Lafın özünde, anlatılmak istenen akılsızlık neticesinde istenen hiçbir hedefe ulaşılamamasıdır, ve dahası, fiyaskoların sebebinin de doğrudan akılsızlık olduğudur.

  1. yüzyılda ve uzay çağında olmamıza rağmen akılsızlık ve akılsızlıktan doğan cehalet (veya cehaletten doğan akılsızlık) özelde bizim, genelde ise tüm Müslüman ülkelerin göbek adı olmaya doğru evrilmiştir.

Akılsızlık cehaleti, cehalet akılsızlığı besler, ikisi birbirini öyle bir koruyup kollar ve besler ki, bu bir tür saadet zincirine dönüşür ve neticesi de her zaman için tarifsiz bir kötülük olur.

Maalesef ki, içinde bulunduğumuz coğrafyada akılsızlıktan doğan cehalet veya cehaletten doğan akılsızlığın bedelini de halen masumlar, özellikle de çocuklar içine düşürüldükleri vahşetle, dehşetle, canlarıyla ödemektedir.

Amerikan emperyalizminin bir eseri olarak ta 1980lerin başından beri hayatımızı zindana çeviren PKK terörü yetmezmiş gibi, 2000lerin başından itibaren hayatımıza, ülkemize ve toplumumuza yine Amerikan emperyalizminin eseri olan FETÖ, Hizbullah, Işid, El Kaide, Taliban, Hamas gibi dinci geçinen, güya İslamiyet karşıtlarına savaş açan, Allah yolunda ilerleyen, ama tek yaptıkları şey mezhep savaşlarıyla ve çıkar çatışmalarıyla Müslümanları kıtır kıtır kesmek olan, Amerikan emperyalizminin değirmenine su taşıyan, silah ve uyuşturucu tüccarlarını zengin eden, cehalette ve akılsızlıkta da sınır tanımayan terör odaklarının yarattığı kaoslar da girdi…

Hayatımızın özellikle son 35 yılı Ortadoğu bölgesinde akılsızlık ve cehaletten kaynaklanan, hiç bitmeyen ve bu gidişle de bitmeyecek olan dehşet ve vahşetle geçti.

Kendi halinde yaşayan milyonlarca Müslüman bir anda başlatılan ve adına Arap Baharı dedikleri süreçte Müslümanın Müslümanı parçaladığı bir vahşetle, dehşetle, katliamlarla tanıştı, milyonlarcası yerinden yurdundan oldu, yine 1,5 milyona yakın insan da canından oldu…

Tam Arap Baharı denen vahşet süreci bitiyor gibi olmuştu ki, arkasından Kovid denen ilk kontrollü biyolojik savaş başlatıldı ve ilaç tüccarları hala tartışmalı olan aşıların satışı ile bir anda yüzlerce milyar doları cebe indirdi…

Tam dünya pandeminin etkilerinden kurtuluyor derken, yine Amerika’nın dürtüklemesiyle şak diye Rusya ile Ukrayna arasında bir savaş başladı ve hem Avrupa’daki hem de Amerika’daki silah tüccarları köşeyi bir kez daha döndü, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığı siyaseti yeniden şekillendirilmeye başlandı, bu arada yüzbinlerce insan da evinden yurdundan oldu, onbinlerce insan canından oldu ve halen de olmaya devam ediyor…

Rusya-Ukrayna savaşı artık sıradan bir hale gelmiş ve herkes tarafından kanıksanmışken, aniden yeni bir cephe daha açıldı ve Filistini ele geçirmiş, iliklerine kadar Filistini ve Filistinlileri sömürmekte olan İran destekli Hamas katilleri, sonucunda İsrail’in dehşetli bir refleksle karşılık vereceğini bile bile,  İsrail’e karşı bir saldırı başlattı ve birkaç saat içinde 1200’den fazla kendi halinde İsrailli vahşice katledildi, üstelik bu zırcahil, kana susamış, kudurmuş katiller tayfası, yaptıkları katliamı tüm dünyaya naklen yayınlayarak seyrettirdiler, İsrail’in dehşetli misillemesine mazaret gösterdiler.

Bu saldırı, tam da İsrail’in siyasi kaderine hükmeden Netanyahu siyasi hayatının sonuna gelmişken ve doğu Akdeniz coğrafyasındaki Mısır-İsrail-Kıbrıs karasularında bulunan trilyon dolarlık enerji kaynaklarının en ucuz, pratik ve en kısa yoldan Avrupa’ya nasıl aktarılacağı konusu tartışılmaya başlanmışken geldi…

Antiparantez belirtelim, bu kaynaklardan İsrail’in payına düşecek olan yüzlerce milyar dolarlık paydan Gazze’deki Filistinliler de bir şekilde paylarına düşeni alacaklardı, ve eğer ki nüfus oranına vurulursa, Filistinliler kıllarını bile kıpırdatmadan İsrail’in payına düşecek olan enerji rantının en az beşte birini alacaklardı, ki bu para sıradan Filistinlilerin değil, doğrudan Hamas ve El Fetih’in cebine girecekti…

Hamas çapulcularının geçen yıl 7 Ekim’de yaptıkları katliamın bugünkü neticesine bakıldığında, artık Filistin tek bir kuruş bile bu enerji pastasından alamayacağı gibi, 7 Ekim saldırısı olmasaydı bugün siyasi ömrü çoktan bitip tükenmiş olacak olan Netanyahu’nun da siyasi ömrü savaş bahanesiyle belirsiz derecede uzatılmış oldu…

Bir laf vardır, Hatice’ye değil, neticeye bakın derler…

Bu lafı, biraz daha geniş anlamda okursak, sadece kimin neyi neden ve nasıl yaptığına değil, yapılandan kimin karlı çıktığına bakarsak, yaptıranın da kim olduğunu, senaryonun da asıl yazarının kim olduğunu anlarız…

İsrail-Filistin çatışması konusunda durum biraz karışık gibi olsa da, aslında her şey beyaz ve siyah şekilde nettir, gri olan hiçbir şey yoktur, savaş enerji rantını etkileyecektir, savaş sonrasında milyarlarca dolarlık bir inşaat sektörü ortaya çıkacaktır, savaş sırasında da silah sektörü zaten köşeyi dönecektir, olan da neye uğradığını bile anlayamadan katledilen insanlara, özellikle çocuklara olacaktır.

Durumu daha net anlamak için bir kez daha, önce cepheleri kimlerin nasıl ve niye oluşturduğuna bakalım:

Din kardeşi dediğimiz ama tarih boyunca bize kötülüğünden başka bir şeyi dokunmamış, Ermeni Asala ve PKK örgütleri ile Türkiye’ye karşı işbirliği yapmış, bunların teröristlerini eğitmiş, donatmış, koruyup kollamış, Türk askerinin üzerine salmış Filistin cephesine, hiç hak etmedikleri şekilde, destekçi konumunda görünen sadece Türkiye ve Hamas’ın abisi konumunda olan İran var.

Bölgedeki tüm diğer Arap ve Müslüman ülkeler kapılarını savaştan kaçan Filistinlilere, Filistini savaşa sokan Hamas’a kapılarını anında kapattı, kimse bunların pisliğine bulaşmak istemedi.

İsrail cephesinde ise aktif olarak Azerbaycan, Amerika, tüm Avrupa ve pasif olarak da Mısır ve Suudi Arabistan var!

İşin ilginç tarafı, Filistini kendi aralarında paylaşmış olan El Fetih de güya İsrail karşıtı gibi duruyor ama başta El Fetih’in başındaki diktatör bozuntusu olmak üzere, tüm El Fetih tayfası da büyük bir keyifle İsrail’in Hamas çapulcularını tek tek avlamasını, meydanı kendileri için temizlemesini izliyor…

Bugüne kadar hiç yazılıp söylenmedi ama, 7 Ekim 2023’de savaş başladı başlayalı bir tek El Fetih militanının bile İsrail tarafından hedef alındığını veya öldürüldüğünü duymadık, görmedik!

Siz duydunuz mu, bilemem, ama ben bütün dikkatime rağmen duymadım, görmedim, okumadım!

Hatta ve hatta, El Fetihcilerin ve başlarındaki diktatör bozuntusu Mahmud Abbas’ın sırf Hamaslı rakiplerinden  kurtulmak ve Gazze bölgesinde tek otorite kalmak için İsrail ile işbirliği yaptıkları şüphesini bile duyuyorum…

Hani şu gündüz kavga edip, gece hırsızlığa beraber çıkma meselesi gibi…

Hamas çapulcuları İsrail’e baskın düzenlediklerinde ve İsraillileri katlettiklerinde kına yakan İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan görünüşte “kaza” olan bir helikopter kazasında hayatlarını kaybettiler.

Üstelik de İsrail-Hamas savaşında İsrail’e tam ve katıksız destek veren, İsrailli ajanların fink attığı Azerbaycan’dan İran’a dönerken…

Bir hatırlatma daha yapalım, Ermeniler yıllar yılı kıtır kıtır Azerileri doğrarken, soykırıma varan katliamlar yaparken, her iki Ermenistan-Azerbaycan savaşında da Ermenileri destekleyenler İran, Filistin ve Yunanistan, katledilen Azerilerin kanını ellerine bulaştırmışlardı…

Azerbaycan’ı en ciddi şekilde hem askeri hem de siyasi yönden destekleyen ise önce İsrail, sonra da Türkiye olmuştu…

Dolayısıyla, Azeriler “din kardeşlerimizden” yedikleri kazıkları herhalde unutmadılar, ne İran Cumhurbaşkanı’nın ölümüne, ne de Filistin’in başına gelenlere pek üzülmediler, kötü zamanlarında kendi yanlarında duran İsrail’in yanında kapı gibi  durdular, hatta ve hatta, Türkiye’ye, daha doğrusu iktidarı elinde tutan AKP’ye bile sırf Hamas’ı destekliyor diye resti çektiler, zaten savaş patladı patlayalı Türkiye ile Azerbaycan arasında nerdeyse tek bir üst düzeyde görüşme olmadı, Azerbaycan resmi gazetesinde yayınlanan sert açıklamadan sonra iki taraf arasındaki ilişkiler de resmen buz kesti…

İsrail ise, 7 Ekim katliamına çanak tutan, destek çıkan, alkışlayan herkesi hedefine aldı, savaş sebebi sayılacağı için suikasti üstlenmese de, önce İran Cumhurbaşkanı’nı temizledi ve İran’ın başına daha demokratik, reformcu, her şeyden önemlisi, Azeri kökenli bir Cumhurbaşkanının, Mesud Pezeşkiyan’ın seçilmesini sağladı…

Hatırlarsanız, İran’da gücü elinde bulunduran mollalar tayfası geçen seçimlerde Mesud Pezeşkiyan’ın önünü siyasi açıdan tamamen kapatmışlardı, bu sefer ne olduysa, şak diye Pezeşkiyan’ın önündeki bütün kapıları açıverdiler, seçime girmesine izin verdiler ve kazandı!

Böylece İsrail, Reisi’yi ortadan kaldırarak, bir taşla en az dört kuş vurmuş oldu; hem İran’ın bundan böyle Azerbaycan düşmanlığını engellemiş oldu, hem Ermenistan’a İran desteğini kesmiş oldu, hem İran’ın bundan böyle İsrail karşıtı eylemlere girmesine takoz koydu hem de İsrail düşmanlarına  destek çıkan, İsraillilerin katledilmesine çanak tutan bir düşmanı ortadan kaldırmış oldu…

Sonra, İran’ın başkentinde Hamas’ın bir eli yağda, bir eli balda, tam bir lüks içinde yaşayan, Filistin yanarken bilmem kaçıncı karısıyla davullu zurnalı düğün yapan, yıllar yılıdır yedi sülalesiyle birlikte lüks içinde yaşayan, Filistinlileri de kendi rantı için çatır çatır harcamaktan çekinmeyen İsmail Haniyeh denen herifi havaya uçurdu, hem düşmanın elebaşını temizledi, hem de İran’a “gerekirse sizi kalbinizden vururuz, aklınızı başınıza alın” mesajını verdi…

Sonra, İran destekli olup, ikide bir belasını arayan, kaşınan Lübnan Hizbullahı’nın liderlerini tek tek temizledi, militanlarına uzaktan kumandalı bir saldırı yaparak üzerlerinde taşıdıkları çağrı cihazlarını patlattı, binlercesini tek bir düğmeye basarak, saniyeler içinde yere serdi, ve İsrail bu eylemlerle, düşmanlarına karşı her türlü ince planı çok önceden yaptığını ve gerektiğinde acımadan o planları devreye soktuğunu bir kez daha gösterdi…

En son olarak da, 7 Ekim saldırısının mimarı olduğu iddia edilen ve Gazze tünellerinde delik dirsek saklanan Yahya Sinvar’ı köşe bucak kovaladı, en sonunda da ortadan kaldırdı…

Yahya Sinvar, her ne kadar kendi halkını aptalca bir şekilde dehşetli bir katliama sürüklemiş ve halkının mahvına sebep olmuş olsa da, en az azından savaş alanından hiç ayrılmadı, son ana kadar da direndi ve teslim olmadan öldü.

Türkiye’ye ve Azerbaycan’a, yani Türk kökenli olan iki büyük ülkeye karşı sürekli düşmanlık yapan, sürekli olarak PKK’yı, Hizbullah’ı, Ermenistan’ı destekleyen, her fırsatta akıl almaz bir Türk düşmanlığı sergileyen, son 45 yılda terörle mücadelede katledilen Türk vatandaşlarının, polislerinin ve askerlerinin kanı ellerine bulaşan İran liderlerinin Hamas aracılığıyla İsrail’e karşı akılsızca başlattığı bu savaş en az 15 bini çocuk olmak üzere, onbinlerce masum insanı canından etti, Filistinlilerin yaşam alanlarını mahvetti, ama en sonunda kendi başlarını da yedi…

Arada bir tek El Fetih’in diktatör bozuntusu lideri Mahmud Abbas kurtuldu, o da zaten rakipleri ortadan kaldırıldığı için keyiften yağ bağladı, sadece timsah gözyaşları döktü, şimdi savaşın bitmesini ve Filistin’de kendi krallığını kurmayı bekliyor, ama çok bekler…

Savaş bittikten sonra Filistin’de kurulacak olan yeni yönetim tamamen İsrail’in kuklası olacak ve İsrail, FKÖ’nün uzantısı olan El Fetih’in ve Mahmud Abbas’ın geçmişte yediği haltları unutmuş değildir, biz de PKK ve Ermenilere, Asala’ya verdikleri desteği unutmuş değiliz…

Şimdi İsrail Lübnan’daki Hizbullah oluşumunu ortadan kaldırmak için kollarını sıvadı, Lübnan’dan Hizbullah’ı temizlemeden durmayacak, Lübnan’da İran destekli bir fanatik terörist grubunun değil, daha ılımlı bir siyasi oluşumun iktidara gelmesinin yolunu açacak…

Zaman içinde, İsrail’in çevresinde doğrudan doğruya İran ve kısmen de son yirmi yılda AKP destekli kanlı katillerin oluşturduğu terör gruplarının eline geçen iki bölge, Gazze ve Lübnan, kendilerini peygamber sanan ve kendi halklarına dehşeti yaşatan, kendi halklarını tam bir yıkıma sürükleyen teröristlerden, eli kanlı fanatik katillerden arındırılacak.

Sonra sıra kime mi gelecek!

Kilit soru budur, ve herkes de bunun cevabını biliyor…

İsrail yöneticileri boşuna her fırsatta TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sataşmıyorlar!

Nihai hedeflerini açık açık ortaya koyuyorlar…

Aslında İsrail’in Türkiye ile bir derdi filan yok, hatta ve hatta, Ortadoğu’da Türkiye karşıtı terörü desteklemeyen, Azerbaycan dahil, Türklerin yanında duran tek ülkedir.

Yunanistan, İran, Irak, Suriye ve diğer Arap ülkelerinin bazıları, ve hatta yeri geldiğinde Rusya bile açık açık Türkiye karşıtı PKK terörünü desteklerken İsrail hiçbir zaman bu teröre destek vermedi, hatta ve hatta, bir dönem de TSK ile birlikte PKK’ya kök söktürdü, ta ki Yahudi düşmanlığı taslayarak iç tribünlerden oy kotarma derdine düşen AKP bunları kapı dışarı edene kadar…

Şimdi ise, açık açık Erdoğan’ı ve AKP iktidarını hedef alıyorlar, hedef aldıklarına dair mesajlar veriyorlar.

Hamas-İsrail savaşı başladıktan sonra kendisine Filistin’de rol kesmeye çalışan AKP iktidarı ve destekçileri TSK’yı Gazze’ye gönderme tehdidinde bulunmuşlardı, şimdi ise sus-pus olup, dostlar alışverişte görsün modunda İsrail’i eleştiriyorlar, diğer taraftan da İsrail ile ticari ilişkiler bir şekilde devam ediyor…

Peki, İsrail’in Türkiye’ye askeri bir müdahale yapmaya niyeti var mı, buna güçleri yeter mi!

Şunu açıklıkla belirtelim, İsrail’in askeri gücü Türkiye ile bir savaşa tutuşmaya yetse bile, ki yetmez, (Türkiye bir seferberlik ilanıyla israil’in nüfusu kadar asker çıkarır) Türkiye’ye askeri bir müdahale yapmaya kesinlikle niyeti yoktur, çünkü laik ve demokratik bir yönetim altında olduğu sürece Türkiye’yi, Azerbaycan’dan sonra Ortadoğu’daki ikinci doğal müttefiki olarak görmektedir.

Ama ve lakin, İsrail Türkiye’ye, sırf AKP iktidarını indirmek ve İsrail’e karşı gösterdikleri düşmanlığın bedelini ödetmek için mutlaka bir müdahale yapacak, ama kendisi tek kurşun atmadan!

Nasıl mı?

Cevabı çok basit, önce İsrail’in ne olduğuna, kim olduğuna bakalım, cevap kendiliğinden gelir…

Herkes sanıyor ki, daha doğrusu kendini alemin akıllısı sananlar sanıyor ki İsrail Amerika’ya güvenerek bütün bu savaşları sürdürüyor, arkasındaki destek Amerikan desteğidir…

Bu aslından kısmen doğru, ama kısmen de yanlış, hatta büyük oranda yanlış.

İsrail aslında Amerika’nın ta kendisidir, İngiltere’nin ta kendisidir, hatta ve hatta, Almanya’nın da ta kendisidir…

Dahası, Amerika’yı Amerika yapan büyük oranda İsrail aklıdır, kısmen de Yunan kurnazlığıdır, ve işte bu yüzden Amerikan senatosunda güç, ağırlık İsrail tarafında olmak üzere, Yahudi ve Rum-Yunan-Ermeni lobisi arasında bölünmüştür.

Neticede, bu üç dev ülkenin siyaseti ve finansal gücü ağırlıklı olarak Yahudilerin elindedir, dolayısıyla İsrail her üç ülkenin de kaderine ve siyasetine hükmetmektedir.

Dolayısıyla da İsrail, ABD, Almanya ve İngiltere birbirlerinden ayrılmaz bir dörtlüdürler ve her yönleriyle birbirlerini bütünleyen bir süper güçtürler, bu yüzden de İsrail Hamas’ı tertiplemeye başladığında Amerikan ve İngiliz donanmasının en güçlü savaş gemileri anından bölgeye geldiler.

Son 300 yılda dünya çapında güçlerini büyük bir incelikle dokuyan ve kaderlerini  birleştiren, güçbirliği yapan bu dörtlüyü alaşağı etmeye, her ne kadar çok büyük bir ekonomik ve askeri güç sahibi olsalar da, Rusya ve Çin’in de gücü yetmez, hatta Çin ve Rusya güçlerini birleştirseler bile yetemezler.

Kaldı ki, Hamas-İsrail savaşında Rusya ve Çin açık şekilde, sırf Amerikan karşıtlığını göstermek için, Hamas ve İran tarafında durdular ama bu yerel savaşta İran ve Hamas’a verdikleri destekleri hiçbir dişe dokunur netice yaratmadı, sadece savaşı uzattıklarıyla kaldılar…

Bu şartlar altında, İsrail Hizbullah ile işini bitirir bitirmez, dünyada varlığını ve etkisini sağlayan bütün gücünü kullanarak, tıpkı 2000lerin başında Ecevit döneminde yapıldığı gibi, AKP iktidarına çok büyük bir ekonomik darbe vuracak, elini ayağını kıracak, İsrail’in gücünün AKP iktidarının düşündüğünden çok daha büyük ve dünyanın da AKP’nin düşündüğünden çok daha küçük olduğunu, ve o çok söyledikleri dünya beşten büyüktür lafının da toz kadar değerinin olmadığını gösterecek…

Türkiye’de AKP iktidara geldiğinde, Amerika’da güçlü bir Rum-Yunan lobisi vardı ve bu lobi, AKP’nin iktidara gelmesi durumunda, özellikle Doğu Akdeniz coğrafyasında Amerikan emperyalizminin önündeki en büyük engel olan TSK’nın başına çoraplar örüleceğini bildiği için o dönemde var güçleriyle AKP’nin iktidara gelişini desteklediler, Washington’da nerdeyse bunların ayaklarının altına kırmızı halı serdiler, Beyaz Saray’dan bütün dünyaya AKP sevdalarını naklen yayınladılar…

AKPliler de sandılar ki Amerikalılar bunları çok seviyor!

Neticede AKP’nin iktidara gelişiyle, Yunanlılar Ege’de değil adım atmaya, uzaktan bakmaya cesaret bile edemedikleri adalara, ta Türkiye’nin dibine kadar, asker çıkardılar, hatta ve hatta, son zamanlarda iyice coştular, sahil güvenlik botları ta sahillerimize kadar adam kovalar hale geldi, Amerikan askeri gücü de Ege adalarında burnumuzun dibine yığıldı, Yunan lobisini iyice rahatlatmak için gereken adım atıldı…

Bu arada, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, hatta tüm Türk ulusunun tarihinde akıl almaz bir utanç silsilesi olarak tarihe geçen kumpaslarla TSK korkunç bir erozyona uğratıldı, ciddi şekilde zayıflatıldı, kurumsal hafızası ve yapısı feci şekilde yıpratıldı.

Yine Amerika’nın parmaklamasıyla Suriye ile durduk yerde bozulan ilişkiler ve Suriye’de çıkan iç savaş yüzünden milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye göç etti, yetmedi, İran ve Amerikan tezgahıyla Afganistan’dan da milyonlarca ne idüğü belirsiz şahıs Türkiye’ye daldı, Türkiye akıl almaz boyutta bir göçmen dalgasına ve dolayısıyla da tarifsiz boyutta bir suç dalgasına kapıldı…

Bu dehşetli göç furyası hem Türkiye’nin sosyo-kültürel ve demografik yapısını bozdu, hem ekonomik yapısını çökertti, hem de rüyamızda bile görmeyeceğimiz suç şekil ve oranlarını dehşetli bir boyuta taşıdı.

AKP kendi iktidarını garantilemek ve ömrünü olabildiğince uzatabilmek için elinden gelen her türlü entrikayı çevirirken, adım adım kendi güvencelerini de yok ettiğini ve artık kaçışı olmayan bir bataklığa gömüldüğünü, aşırı derecede kırılgan bir zeminde artık manevra yapacak alanı da kalmadığını, fark etmedi.

Fark etmediği gibi, hiçbir Müslüman ülke Hamas’ın, İran’ın, Filistinlilerin, Hizbullah’ın yanında durmazken, hatta ve hatta kapılarını tamamen bunlara kapatmışken, kendilerini iktidara getiren demokrasiyi kullanarak, demokrasiyi ve laikliği ortadan kaldırmaya çalışan AKP iktidarı, ve dahası, sırf dindar seçmene şirin görünecek diye AKP ile tribünlere oynama yarışına giren muhalefet de Filistinlilere destek hamaseti altında Hamas’ın yanında durmayı seçti ve otomatik olarak İsrail ve destekçilerinin de hedefi haline geldiler…

Halbuki, hem AKP’nin hem de muhalefetin yapması gereken tek şey, Hamas’a baskı uygulamak ve 7 Ekim deliliğine kalkışmalarına engel olmaktı…

Filistinliler bile Hamas’ın elinden el aman çekmişti ve Hamas’ın Filistinde kurduğu terör iktidarı altında inim inim inliyorlardı, savaş öncesi bunu dile getiremiyorlardı, çünkü Hamas’ı eleştiren anında ortadan kaldırılıyordu.

Şimdi ise Hamas’ı eleştiriyorlar, ancak neticede, iki ateş arasında kalarak mahvoldular, perişan oldular.

İsrail düşmanlarının ne hale geldiğini, İsrail’in nasıl intikamcı bir devlet olduğunu ve intikamını almadan asla durmadığını AKP iktidarı anladı mı, ya da anlamak gibi bir niyeti var mı, bilmiyorum, ama bu vakitten sonra AKP ve destekçileri için vakit çok geçtir, Ortadoğu’nun bütün belasını Türkiye’nin içine akılsızca taşımanın cezasını çatır çatır ödeyecekler.

Bu ceza hem İsrail ve destekçilerinin dıştan yapacağı devasa operasyonlarla, hem de içteki seçmenin giderek artan hoşnutsuzluğu ile birleştirilecek ve ödettirilecek.

Nihai hedef de, öyle iddia edildiği gibi İsrail’in Türkiye’yi yıkması ve parçalaması filan değil, tam tersine, İsrail ve Azerbaycan ile gayet ılımlı ve işbirliği içinde varlığını sürdürecek, laik ve demokratik bir Türkiye’yi yeniden yaratmaktır, çünkü İsrail’in işine bu geliyor…

İsrail için Türkiye, tıpkı Azerbaycan gibi, vazgeçilmez bir müttefiktir, ama AKP olmadan!

Unutmadan, Türkiye’nin istikrarını istemeyen ve sürekli zayıflamasından, hatta ve hatta, belki Megali İdea’yı birgün gerçekleştirir rüyalarını hala gören, Türkiye’nin bölünüp parçalanmasından yana olan Yunanistan için ise, AKP gelmiş geçmiş en “fıstık” ve en “ballı” iktidardır, çünkü tarihte Yunanistan hiç bu kadar rahat olmamıştı, hiç bu kadar Türkiye’nin burnunun dibine kadar sokulamamıştı!

Amma ve lakin, gelinen noktada İsrail Ortadoğu siyasetinde ağırlığını iyice ortaya koymuştur, artık astığı astık, kestiği kestik modundadır, doğrudan oyun kurucu pozisyonundadır ve AKP ve destekçileri ise artık bu oyunun senaryo ve idari kadrosunun tamamen dışındadırlar, oyunun bitiş süreci de öyle sanıldığı gibi uzun bir süreç olmayacak veya bir dünya savaşına evrilmeyecek…

İsrail lobisi tarafında köşeye sıkışan AKP’nin sırf Yunanistan’ı ve Avrupa Birliği’ni yumuşatmak için Kıbrıs’ta başlattığı son hamle de sadece ve sadece tribünlere oynamaya, zaman kazanmaya, iki taraftan ateş altında kalma noktasında bir cephedeki baskıyı biraz olsun hafifletmeye yöneliktir.

Ancak, görünen köy kılavuz istemez, Rum tarafı ve Yunanistan AKP aracılığıyla Kıbrıs’ta alabileceğini alacak, alamazsa yine çamura yatacaktır…

Kıbrıs’ta sırf AKP’nin elinden kurtulmak için, ne pahasına olursa olsun, Rum tarafıyla bir anlaşmaya varıp, Avrupa Birliği’ne girip, refaha ereceğini sanan bir kesim de var ki, aslında AKP bu kesime güvenmese de, sırası geldiğinde Kıbrıs’ta yanan korları kendi yerine tutacak maşa olarak bu kesimi görmektedir…

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, tıpkı daha önce Akıncı döneminde yaptıkları gibi, UBP’nin değil, muhalefetin adayını destekleyeceklerdir, sakın demedi demeyin!

Amma ve lakin, durum öyle bir hale geldi ki, AKP iktidarının, dolayısıyla da Türkiye’nin bu kadar köşeye sıkıştığı bir süreçte artık AKP ne yaparsa yapsın, ne Kıbrıs’ta ne de başka bir arenada oyun kurucu filan olamaz, Türkiye’nin içine düşürüldüğü sorunlara da çare olamaz, olabilecek olsaydı eğer, bu sorunların yaratılmasına en başından engel olurdu, sorunların bir parçası, üstelik de ana parçası olmazdı…

Ha, durumu düzeltebilirler mi? Elbette düzeltebilirler, hem de birkaç hamle ile, ama AKP iktidarında ne durumu düzeltecek beceri var, ne irade var, ne niyet var, ve hepsinden önemlisi, ne de bu yazının başlığını oluşturan kilit kavram, yani akıl var…

E, akıl olmayınca başta, hem çekecekler, hem de çektirecekler, zaten halen çektiriyorlar…

Yine lafı fazla uzattık, burada keselim ve ülkemiz ve milletimiz için yegane kurtuluşun Atatürk önderliğinde milli mücadele ruhuyla kurulan Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri olduğunu bir kez daha hatırlatalım…

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu