Ediz Tuncel: Mezara dönüşen siper!
Markete giriyorsunuz fiyatlar nerdeyse hergün, hatta saat başı bile değişiyor, hangi ürüne el atsak fiyatlar bize giriyor.
Benzinciye giriyorsunuz, zırt pırt akaryakıt fiyatları değişiyor, bize giriyor.
Özellikle çocukların ihtiyaçları için herhangi bir mağazaya giriyorsunuz, fiyatlar çoktan değişmiş, biz daha girmeden onlar bize girmiş.
Çoğu insan artık kasaptan et alabilecek durumda değil, alsa alsa etin kemiğini alır, yaladığıyla, suyunu ısıtıp içtiğiyle kalır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya, yansımaları da direk bizi vuruyor.
Ancak krizden etkilenen tek kesim, ücretli ve özellikle de özel sektörde çalışan kesim, gerisinin tuzu kuru…
Özel sektörde çalışanların çalıştıkları yerlerde fiyatlar enflasyona göre, hatta enflasyonun çok üstünde rakamlara çoktan endekslenmiş durumda, yerinde sayan tek şey çalışanın maaş adı altında aldığı rezil sadaka…
Eskiden Çin’deki özel sektör maaşlarıyla alay ederdi bizim ahali, o paraya bunlar nasıl geçiniyor diye sorarlardı, iyi ki onlar bedavaya çalışıyor da biz de Çin’den ucuz mal getiriyoruz diye sevinirlerdi.
Bugün Çin’deki asgari ücret 360 dolarla bizimkilerin asgari ücretini çoktan sollamış, nerdeyse ikiye katlamış durumda.
İşin ilginç tarafı, Çin’deki asgari ücret bir tek insanın bir ay boyunca insanca yaşayabileceği bir ücret, öyle bizdeki gibi dört kişinin açlık sınırına göre belirlenen bir asgari ücret filan değil!!!
Yani Çinliler öyle bizdeki gibi eşşek yerine filan konmuyor!!!
Çinliler ta Amerika’dan kırmızı et ithal ediyor, ama buna rağmen en kalitelisinden bir kilo ete ödedikleri para bizim ödediğimizin üçte ikisinden daha az.
Bizim kasap az ilerdeki mandıradan hayvanı kesip getiriyor, önümüze seriyor, bir de Amerika’dan getirseydi, Allah muhafaza, herhalde dananın kuyruğunu, boynuzlarını, barsaklarını filan da satılığa koyardı, et kısmını da asgari ücrete filan pazarlardı…
Son zamanlarda, özellikle ekonomik krizlerde yakın çevrenizde siz hiç iflas eden işveren duydunuz mu?
Mutlaka vardır, ama bu aralar ticaret sektöründe herhangi birilerinin veya şirketlerin iflas filan ettiğini ben şahsen duymadım.
Herkes gardını almış, kör tuttuğunu halleder misali, eli mahkum olanları hallediyorlar, dövize endeksli olmayan ürünlerin fiyatlarını bile dövize endeksleyip, halka şak diye geçiriyorlar, ister al ister alma!…
Bira ise hala sütten daha ucuz!
Sözde serbest piyasa ekonomisindeyiz, resmen eşşek yerine konuyoruz!
Pandemi ve sonrasında ve yıllar yılıdır göstere göstere gelen ekonomik kriz sürecinde tek iflas eden özel sektör çalışanı oldu.
Özel sektör işvereni kazandığı oranda çalışanını da desteklese, halkın alım gücü bu kadar düşmezdi, en azından dengelenirdi, ama nerde…
Devleti yönetenler koltuk derdinde, seçim derdinde koştura dursun, devlet çarkları resmen kırılmış durumda, ahali ise aval aval havaya bakarak gökten zembille gelecek çareyi beklemekte, en azından hava bedava…
Aklını kullanıp da geleceği görebilenlerse çoktan umudunu kesmiş, yaşadıkları ortamdan ne yapıp edip de kaçma derdinde, arayış içinde…
Dolar, Euro, Sterlin, Yen, Ruble gibi para birimlerinin kullanıldığı ülkelerin ekonomik krize düşmesi, yapay krizler haricinde, hiç mümkün değil, çünkü paranın gücünü onlar belirliyorlar.
Ama Türk Lirası gibi değeri kur belirleyici Dolara endeksli olarak Dolarla ölçülen para birimleri, parayı yönetenlerin en ufak bir hatasında yerler bir olmaya hazır ve nazırdırlar.
Eğer para biriminiz Dolar, Sterlin veya Euro değilse, ya Merkez Bankanızın kasasında sürekli olarak en az birkaç yüz milyar Dolarcık hazırda bulunduracaksınız, ya da para diye bastıkça değer kaybeden kağıt parçası basacaksınız, parayı devalue edeceksiniz, fiyatlar yükselecek, sonucunda da enflasyon olacak, halkın alım gücü düşecek.
Halkın alım gücünü dengelemek ve ücretleri yükseltmek için yine karşılıksız para basacaksınız, yine paranızın değeri düşecek, enflasyon yine yükselecek, halkın alım gücünü dengelemek için yine para basacaksınız ve bu kısır döngü böyle alıp başını gidecek, paranız zibil olacak, halkınız da sersefil.
Sürekli değer kaybeden paranızı değer kaybından korumak için tek çare faizi yükseltmektir, eğer faizi yükseltmez, aksine düşürürseniz, paranız daha da dibe vurur, yerel veya milli paraya güven biter, çakılır kalırsınız.
Velhasıl kelam, hangi akla hizmet ettiği bilinmez, bugün Türkiye’deki iktidarın ekonomi anlayışıyla bırakın bir devleti, bir mahalle bakkalını bile yönetemezsiniz.
Şimdi gelelim işin özüne, pencerenin diğer tarafında olan bitene…
Mülteci kılığında envai türden milyonlarca hırlısı, hırsızı, katili, teröristi, uğurlusu, uğursuzu memlekete doluşursa, ne olur!!!
Kimilerine göre 8 milyon, kimilerine göre 10, kimilerine göre 12 milyon zavallı mültecinin(!) hergün devletin cebinden doğrudan veya dolaylı olarak çıkan yüzlerce milyon dolarlık harcamayla devletin kanını emdiği, devletin kendi vatandaşına harcayamadığı kaynakları kendi vatandaşı olmayanlara harcadığı, Merkez Bankası dolar rezervinin tamtakır kuru bakır olduğu bir süreçte, bir devletin ekonomik açıdan ayakta kalabilmesi mümkün olabilir mi!!!
PKK yetmezmiş gibi, PKK’dan bile daha tehlikeli olabileceklerini defalarca ispatlamış, din sömürüsünden beslenen, her türlü dinsel ve cinsel sapıklığın, her türlü pisliğin ve cehaletin fır döndüğü tarikatlar, cemaatlar da ülkenin dört bir yanında halen fink atıyor.
Aynı durum burada da söz konusudur, bazı zırcahil aileler bunların burada da köşe bucak peydahlanan tarikat, cemaat yuvalarına eti senin kemiği benim diyerek ufacık çocuklarını veriyorlar, çocukların bakışları bile değişiyor.
Ülke ekonomik krizden inim inim inlerken bunların tuzu kuru, bir yerlerden gelirleri, destekleri hiç eksilmeden geliyor, belli ki…
Daha önce sadece filmlerde, haberlerde başka ülkelerde gördüğümüz, duyduğumuz suçların on beteri şu anda bizim küçücük ülkemizin kaderi olmuş durumda.
Uyuşturucu, cinayet, her türlü sapıklık, hırsızlık, hursuzluk, uğursuzluk, ne ararsanız artık bol tarafından var.
Hem burası hem de Türkiye sadece ve sadece yönetenlerin ve onları seçenlerin vizyonsuzluğu, beceriksizliği, bencilliği yüzünden tam anlamıyla kıskaca girmiş durumda.
Peki bu gidişatta günün sonunda ne olur?
Tarih tekerrür eder, ve hatta, hatalarının hesabı sorulmasın, bir süreliğine sorunlar ertelensin, dikkatler başka tarafa çekilsin ve sırf zaman kazanılsın diye tüm köşeye sıkışmış iktidarların yaptığını AKP de yapabilir, zaten sürekli sürtüşme içinde olduğu komşularıyla daha büyük çaplı bir savaşa tutuşabilir!!
Olur mu?
Olur, bal gibi olur, zaten komşuları da “abileri” Amerika’yı arkalarına almış, sürekli dürtüyor, sürekli bela arıyorlar, kaynayan kazanın ateşini daha da artırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz bahanesini sürekli yaratıyorlar.
Aslında Türkiye ile bir savaşa tutuşmak onların da işine gelir, Türkiye ile savaşırlarsa kısmi de olsa bir zarar görürler ama Türkiye’yi bir güzel abileri Amerika’ya dövdürürler, eskiden yedikleri dayakların rövanşını alırlar, özellikle Yunanistan bu işe bayılır, mevcut iktidarı Türkiye’yi pataklayan (pataklatan) iktidar olarak tarihe geçer, Küçük Asya hezimetinin rövanşı alınır, tarihlerinde kırılıp dökülenler düzeltilir, aldıkları gazla bir on sene daha iktidarda kalırlar, olur biter.
Dahası, direniş gücü iyice kırılan bir Türkiye emperyalizmin bölgesel çıkarları için bir tehdit olmaktan artık çıkar, Irak ve Suriye de bir nefes alır ve keza, Kuzey Irak’tan başlayarak, Suriye’nin kuzeyinden geçerek, ta İskenderun körfezine kadar uzanacak bir uydu Kürt devletçiğinin kuruluşu için de zemin hazırlanmış olur.
Nasılsa ilk denemeyi Amerikalılar şak diye bizim Muavenet zırhlımızı füze ile vurduklarında, kuzey Irak’ta askerlerimizin kafasına çuval geçirdiklerinde, PKK’nın uzantısı olarak PYD’yi kurduklarında, arkasına da bugün bizim başımıza bela olan IŞİD’i ve envai tür sapıklardan oluşan diğer dinci terör örgütlerini kurduklarında yapmışlar ve üstüne de bir bardak soğuk su içmemizi tavsiye etmişlerdi.
Türkiye’nin sürekli sürtüşme halinde olduğu ve her an sıcak savaşa tutuşabileceği üç ülke var, Yunanistan, Suriye ve Irak.
İşte bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri Ege adalarının kilit noktalarına habure silah ve teçhizat yığıyor, habure Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki PKK/PYD güçlerini sözde IŞİD tehlikesine karşı destekleyip güçlendiriyor.
Hem Türkiye’nin olası bir askeri müdahalesi karşısında lafı “hop dedik, bak biz tam da buradayız, kılını kıpırdatırsan karşında biz varız” demeye getiriyor, hem de Türkiye’nin doğu Akdeniz bölgesindeki doğal çıkarlarına takoz koyuyor, özellikle Türkiye’nin enerji politikasında rol ve söz sahibi olmasının önüne geçiyor.
Aksi takdirde, Türkiye doğu Akdeniz bölgesindeki yüzlerce milyar dolarlık, hatta trilyon dolarlık enerji kaynaklarından pay alırsa, ekonomik rotasını düzeltebilir, mevcut iktidar da koltuğunu korumak, sağlamlaştırmak için yeterince zaman kazanabilir.
İşte bu yüzdendir ki normal şartlarda bir sıkımlık canı olan, defalarca bitme noktasına gelen, 2000li yılların başında nerdeyse sıfırlanan, havlu atan PKK 40 yıldır bitmiyor, bitirilmiyor, üstüne üstlük, Amerikalılar sözde terörist dedikleri PKK’yı çıkarları doğrultusunda aleni şekilde desteklediklerini de itiraf ediyorlar, ve dahası, IŞİD başta olmak üzere, bölgede sayısını bilmediğimiz kadar çok fanatik İslamcı çapulculardan oluşan terör örgütleri yarattılar.
Manzara buyken, Amerika’nın başını çektiği emperyalizm Türkiye’deki iktidarın kendi lehine kullanabileceği kozları eline verir mi, bölgede rol kesen aktör olmasına müsade eder mi, hiç sanmam…
Müsade etmesi için tek bir şart vardır, o da mevcut iktidarın bugüne kadar kırmızı çizgidir dediği tüm çizgilerin beyaz çizgiye döndürülmesidir, yani görünmez hale getirilmesidir, bir diğer deyişle pes etmesidir, havlu atmasıdır.
Diğer taraftan, Rusya da Türkiye’ye karşı gardını almış durumda, Türkiye ile ilişkisinde sadece ve sadece kendi çıkarına odaklanmış durumda, ki bu da gayet doğaldır, herkesin önceliği kendi çıkarıdır.
Kısacası, AKP bölgede en önemli söz sahibi aktör olayım derken çıkarlar çatışmasında Amerika ve Rusya arasında iki ateş arasında kaldı, dahası, gelinen noktada, Dimyat’a pirince gideyim derken, evdeki bulgurdan da oldu.
AKP iktidarı, farketmedi ve halen de fark etmemekte direniyor ama, Amerika tarafından eline verilen kürekle Ortadoğu bataklığında kendisine kazdırılan siper, şimdi mezarına dönüşmek üzere…
Hem Amerika hem de Arap müttefikleri şimdi o kürekle AKP iktidarını kendisine siper diye kazdığı çukurun içine gömüyorlar.
Diğer taraftan, hem Türkiye’de hem de burada basiret ve akıl tutulması yaşayan bir muhalefet sorunu da var.
Ne burada, ne de Türkiye’de yanlış yapan iktidarlara alternatif olacak, güven verebilecek bir muhalefet ortada yok!
Muhalefetin tek bildiği, eleştiri adı altında bol bol laf salatası yaparak, iktidarların hatalarının kendi hanelerine avanta payı olarak yazılmasını beklemek, hasbel kader iktidar olurlarsa, eski iktidarın yaptığını bu sefer kendileri katmerleyerek yapmak!
Her iki ülkede de birbiriyle tamamen zıt, hiçbir şekilde ülke çıkarını düşünmeyen, sadece kendi çıkarını ve koltuğunu düşünen, kendi çıkarlarını ülke çıkarıymış gibi pazarlamaya çalışan iki aşırı kutuplaşmış siyasi yapı mevcut.
Her iki ülkede de sağı da solu da gördük, ve ne yazık ki, sağ iktidarların hatalarının temelini ve zeminini genelde sol iktidarların iktidarları döneminde yaptıkları beceriksiz uygulamalar ve göz yumdukları hatalar oluşturdu.
Günün sonunda, gidişat öyle bir hale geldi ki, artık söylenecek tek söz kaldı…
Hadi yallah, yürüyün, kim tutar sizi, bu kafalarla ancak kendi çukurlarınızı doldurursunuz…