Candaş Özer Yolcu: 2074’e mektup
Mesarya Ovası’nın ortasında, cehennemvari bir günün sonunda.
1975 yılında 6 aylık bir benekken içine girdiğim ve Ru anısında, Yörük Türkmen kültürüyle karışık Kıbrıs usulü Türkçe kültüründe, Arapça duasında, Rumca küfründe büyüdüğüm.
Leymosunlu, Baflı ve Adanalı savaş göçmeni komşularla hemhallik edip birbirimize benzeştiğimiz…
Gavvole’lerin, gıran giresicelerin, beytambal galsınların, soykası batasıcalar gibi bedduaların havada uçuştuğu..
Gavur yapmadı senin yaptığını’nların, gavurun çocukları kahırlarının, Rum tohumu hakaretlerinin bolca kullanıldığı..
Rum bir aileden emanet bir köy evinin beton damında, asma talvarı altındaki Rumlardan ganimet siyah demir karyolanın.
Önceleri Pamuktan döşek ve saten kaplama, sırma işlemeli yorganın.. Sonraları koyun yününden yorganların altında çekilen uykuların düşünde.
Yazları, üzerimde yine Rumdan ganimet diyesim gelmediğinden, emanet, bembeyaz, sert, ama mis gibi el dokuması temiz tüten kefene benzer çarşafın anı eskisi kokan büyüsünde..
Bizim Rum mahallesinde, gündüz cırcır böcekleri bitirip de lugatsız konserlerini, sahneyi gece böceklerinin şarkılarına bırakınca ne Türkçe ne Rumca..
Uğursuz baykuşların ötüşlerinde, uçuşan haşerelerin peşindeki kör yarasaların kanat esintisinde dualar ederdim ne hristiyanca ne se müslümanca, sadece çocukça..
Yıldızlar altı ılıklığın, arada bir teni yoklayan ipeksi dokunuş serinliğinde. Aniden ürperip uyanmış, sonra yeniden uyumuşum da çok eski bir rüya görmüşüm farzımuhal.
Aylardan Haziran, yıl 1974’müş o an.
Annem kim bilir nerede, ben onun rahmindeymişim.
Çok şeyler değişmiş ve fakat hiç değişmemiş gibi, ne zaman, ne de an.
Ne savaş olmuş, ne de ölmüş tek insan.
Hala yerli yerindeymiş gibi her şey, namsiyeli karyola, sararmış tül cibinlik, nakışlı bitevi çiftli yastık, gaz lambasının fanusundaki kara is, gümüş renkli Meryem ana ve bebek isa biblosu.
Kenarları tırtıklı, siyah beyaz, ortasından yırtılmış ama çöpe atılmamış Rum fotoğrafları.
İç mekan duvarda, kapının hemen üzerine, sıva içine gömülü porselen tabağa resmedilmiş, kabartma Atena Tapınağını biz henüz Anıtkabir sanarken.
Ve henüz ev sahibi Rum’un bıraktığı gibiyken ortam ve mekan..
Dostlar hiç gitmemiş, kimseler ölmemiş, sevgililer ayrılmamış.
Kimseler birbirini aldatmamış, hiç kimseler yalanlarla kandırılmamış gibi, darılmamış, kırılmamış, küstürülmemiş, üzdürülmemiş mesela, güya, yani bir rüya gibi…
Nerde eski tarih ve yasemin tüten Lefkoşam.
Hani nereye gitti mis gibi meyve bahçeleri türlü çiçekler tüten Girnem söylemleri henüz doğmamış.
Denizi inci mercan renkli, iyot kokulu Mağusa’mın eşsiz kumul sahilleri henüz bakirken..
Tüm bu hayıflanmalara rağmen Kıbrs’ın en doğalına yakın zamanları hala yaşıyormuşuz mesela.
2024 yılının Haziran ayına, 50 yaşıma altı ay kala bir zaman..
Diyesiymişim mesela.
Kuzey sahil yolu ve sahilleri iki binli yılların başında inşaat istilasıyla betona kesip çirkinleşmemiş. Anavatanın en Ak’ları tarafından Yahudi istilasına para karşılığı peşkeş çekilmemiş gibi vesselam.
Milenyumluk zeytin ağaçları küle dönmemiş, çamlar devrilmemiş, okaliptüsler kelleşmemiş, yollar çukurlaşıp yamulmamış.
Devasa apartmanlar Girne silüetini henüz yutmamış. Ayyorgi’nin limon bahçeleri toprağa gömülüp üzerine beton dökülmemiş daha.
Denizlere pis sular, çöpler, plastikler karışmamış. Dere yolları ve yatakları henüz doğa terörüne yrdım ve yataklık suçuna kurban edilmemiş.
1980’li yıllarda Cin Ali dahi okumamış, okumuşmuş cahillerin diplomaları sahte çıkmamış.
Herhangi bir yazar çizer ve şair kırılan kaleminin mürekkebinde boğulmamış.
Darağacının darlığı kimselerin ümüğünü sıkmamış.
Kimseler, sırf sevdi ve sevişti diye hemcinsiyle, işgüzar bazı polislerin cahil cühelalığı nezaretinde, gazetelerde manşet edilip, hücrelere atılmamış, aşka umudu kırılmamış, onlara göre rezil rüsva edilmemiş, düşün ki..
Şimdilik, kimseler, kendilerinden farklı düşünüp, yaşayıp ve eyleme girişti diye aforoz etme meraklısı cühela halkın nefret ateşi harında yakılıp taşlanmamış, katledilmemiş faraza..
İnsanlar, biraz daha insan ve azıcık daha vicdan sahibi, muhakeme yeteneğine, adalete sahipmiş ve henüz bu denli canileşmemiş var say ki..
Evlerinin balkonunda, pencere kenarlarında hala çiçek bakanlar varmış sözüm ona.
Herkes sokak hayvanları için, kuşlar için bir kenara yiyecek kırıntısı bırakıyormuş mesela.
Ve toprak, dağ, sular ve dahi şehirler sınırlarla sınıflandırılmamış henüz düşün ki..
Ten rengi, köken, din, dil, memleket, doğulan yer önemsenir olmamış daha..
Kimsenin, yolda seyahat ederken kimlik, pasaport, vize, mühür işlemleriyle yolculukları engellenmiyormuş hiç.
1980’li yıllar ve bir çocuk, Mesarya ortasındaki köyünün talvar serinliğinde uzanırken geceleri.
Sınırın ötesinde, en fazla 7 kilometre ötede, Arçoz tepeliklerimin hemen ardında, Güney’de kalan, uzaktan, sadece gökyüzüne yansıyan ışığını görebildiği o Rum köyünü nihayet ziyaret edebilmiş mesela.
Kime kalmıştır acaba, altı aylık kundakta bebekken 1975 yılında kapısından girip içinde büyüdüğüm o Rum evi..
Bizim neslin dışında kime nasip olmuştur Kıbrıs ve hayali barışı..
Sene 2074, yaş 100,
değişmiş midir bir şeyler?
Yaşıyor muyumdur acaba?
Sınır kapısındaki o görevli Türkçe bilen Rum polis de 115 yaşına kadar yaşamış ve kapıda mıdır hala?
Ve beni görünce, yine “Re Atilla, hade re, Ohi re, exo, bisso” der mi yine?
Belki’de çoktan toprağa dönüşmüş karışmışımdır Mesarya ovasının tozuna toprağına.
Ve tüm ömrümü harcadığım bu adada, Kıbrıs’ta Adanalı, Adana’da Kıbrıslı mı sanılıyor ve sayılıyorum mudur hala?
Bir asır sonra!!!
Candaş Özer Yolcu