KıbrısManşet

Ediz Tunçel: Bir zamanlar “insandık”

 

Bir zamanlar insandık…

Ve olabildiğince insan gibi de yaşıyorduk…

1974 sonrasındaki birkaç yılda Kıbrıs Türkü geçirdiği şiddetli savaş travmasını yavaş yavaş atlatmıştı.

Özellikle de Kıbrıs sorunu konusundaki belirsizlik sürüyordu, halen de sürüyor…

Siyasi çekişmeler, özellikle de Denktaş’ın kurduğu düzen ganimete ve tek adamcılığa odaklanmıştı.

Yine de, her şeye rağmen, Kıbrıs Türkü yaşam tarzını genel olarak birbirine saygı üzerine oturtmuştu, herkes toplum içinde yaşarken haddini biliyordu.

Herkes haddini biliyordu, çünkü herkes hergün aynı insanların yüzüne bakıyordu, hayatını aynı insanlarla paylaşıyordu, toplum içinde saygı sessizce kabullenilmiş bir olguydu, ve insan olmanın ve toplumsal düzenin de en önemli faktörüydü.

Sokakta kimse yüksek sesle konuşmazdı, küfür filan etmezdi.

Bir kadınla çocuk yoldan geçerken, Kıbrıs kültürünün bir parçası olan kahvehanede oturanlar asla dönüp yan bakmazdı, konuşurken seslerini alçaltırlardı.

Yola, sokağa, yere bırakın çöp filan atmayı, sigara izmariti bile atılmazdı, yerde sigara izmariti filan görmek nerdeyse imkansızdı.

Kahvehanelerde tablalar nerdeyse saat başı boşaltılırdı, aldanıp da biri yere sigara izmariti atarsa, kahvehaneci azarı basardı, herkes de bu terbiyesizliği yapana tuhaf tuhaf bakardı.

Trafikte kurallara birtamam uymak bir gelenekti, kimse öyle kolay kolay ne ana yollarda, ne de köy ve şehir içlerinde zırdelice araba sürerken, sürat yaparken filan görülmezdi, görülen olursa da polis hemen gereğini yapardı…

Güvenlik endişemiz nerdeyse hiç yoktu, kimse kapısını, penceresini kapalı, kilitli tutmazdı, ev kapısı sabahtan akşama kadar açık kalırdı, evden çıkıp bakkala giden, komşuya giden, zahmet edip de evin kapısını, penceresini kapatmazdı, ihtiyaç duymazdı…

Çocuklar ya okulda, ya da sokaktaydı, cepte para varsa ve bir şey alınacaksa eşit şekilde bölüşülürdü; herkes arkadaşlarını, herkes herkesin çocuğunu koruyup kollardı, çocuklar için güvenlik endişesi yoktu, cep telefonu filan da yoktu ama herkes herkesten haberdardı, acil bir durumda ailelerin bilgi sahibi olması sadece dakikalar sürerdi…

90’lardan sonra bu küçücük ülkede, savaş travmasını artık atlatmış bu küçücük toplumda, ki o zamanlar Kıbrıslı Türk nüfusu yüzbini biraz geçiyordu, kontrolsüz ve dehşet verici boyutta bir gelişim başladı, aslında adı gelişimdi ama gerçekte, maddi ve manevi bakımdan, tam bir yıkımdı, ki bu yıkımın başını da bizim ahlak ve insanlık yönünden giderek yozlaşan, kendi çıkarından başka bir şey düşünmez olan, ganimet kültürünün girdabında boğulmuş olan siyasiler çekiyordu…

Kontrolsüz bir göç furyasıyla memleketin içine sayısız ne idüğü belirsiz tip dolmaya başladı, onlarla birlikte akıl almaz bir suç patlaması da yaşanmaya başladı…

Kokuşmuş siyasetin, partizanlığın hışmına uğrayan nitelikli insanlarımız göç yollarına düşmeye, memleketin içine ne idüğü belirsizler dolmaya başladı…

Çevre de bu kötü gidişattan nasibini aldı ve korkunç bir yıkıma uğradı, öyle ki insanlık tarihinin en derin izlerini taşıyan Kuzey Kıbrıs’ın doğası korkunç ve geri döndürülemez bir yıkıma uğradı, daha doğrusu rant uğruna uğratıldı, çevre kirliliği akıl almaz boyutlara ulaştı…

Ülkede ve toplumda “biz” zihniyeti değil, ben zihniyeti ön plana çıktı ve bencillik, sorumsuzluk, duyarsızlık, hatta ve hatta herkesin birbirine karşı düşmanlığı ve saygısızlığı akıl almaz boyutlara ulaştı, toplumsal kokuşmuşluk resmen infilak etti…

Bu süreç, hiç durmadan kötüye gitti ve geldiğimiz günde artık Kuzey Kıbrıs’ın Kıbrıslı Türklere ait olduğunu söylemek pek mümkün değil…

Sokakta Kıbrıslı Türk görmek resmen lüks oldu, maddi manevi çöküş olabilecek en kötü duruma yaklaştı, KKTC’nin devlet olarak tanınmamışlığı ülkenin içine her türlü suçlunun doluşmasına neden oldu.

Bir zamanlar doğal güzellikleriyle, tarihi ve kültürel özellikleriyle Akdeniz’in incisi olan KKTC, ne idüğü belirsiz bir güruhun giderek doluştuğu bir kumar cennetine dönüştü, doğal olarak da kara para ve envai tür uyuşturucu da oluk oluk buraya akmaya başladı, bir zamanlar asla dolmaz denilen 130 kişilik hapishane yetmedi, şimdi bin kişilik hapishane dolup taştı, devlet hapse tıktığı her suçlu için ayda ortalama 2 bin dolar harcama yapmaya başladı, ki bu KKTC ölçeğindeki bir devletçik için korkunç bir rakamdır…

Çöken sağlık, eğitim, ulaşım sistemine çare bulamıyorsunuz, yüzde sekseni yıkılma tehlikesi altında olan okullar için kaynak bulamıyorsunuz ama dingonun sorma gir ahırından farksız hale getirilen memlekete doldurduğunuz ne idüğü belirsizler için ayda sadece bakımları için en az 200 bin dolar harcıyorsunuz!!!

Ülkede ekonomik ortam tam bir serbest vurgun düzenine dönüştü, bir vahşice vurgun yapan vurguncular zenginleşirken diğer taraftan soyulan halk fakirleşti, durum o hale geldi ki, temel gıda maddelerini almak için millet fırsat buldukça Rum tarafına gitmeye başladı, çünkü Rum tarafı temel gıda ve gündelik ihtiyaç malzemelerinde tavan fiyat uygulaması yapıyor, kimse de o fiyatın üzerinde satış yapmıyor, bazı temel ürünlerin fiyatları Türk tarafıyla kıyaslandığında ya yarı yarıya, ya da üçte bir fiyatına, en kötü ihtimalle de bazı ürünlerde fiyatlar eşite yakın, ama yine de Rum tarafında daha ucuz…

Bizde ise aynı ürünü bir markette 100 liraya, bir başka markette 200 liraya görebilirsiniz, tam bir kör tuttuğunu öper düzeni aldı başını gidiyor ve bu serbest vurgun düzeninin adına da serbest piyasa deniyor…

Bir marketten 80 liraya aldığınız aynı marka yoğurdu bir başka market size 120 liraya, aynı marka hellimi biri 350 liraya satarken diğer 450 liraya, aynı marka ekmeği biri 40 liraya satarken diğeri 60 liraya satabiliyor, üstelik de çoğu zaman raf fiyatlarıyla kasa fiyatları ciddi değişikler gösterebiliyor ve eğer dikkatli değilseniz, yediğiniz kazıkla kalıyorsunuz…

Bu vahşi vurgun düzeninde vergi kaçakçılığı da akıl almaz boyutlarda, devlet yapması gereken denetlemeleri yapmıyor veya artık yapamaz duruma gelmiş, bunu fırsat bilenler de cebini doldurdukça dolduruyor, nerden buldun yasası veya uygulaması gibi bir şey de sözkonusu değil…

Beş sene önce 20 bin sterline zor satılan bir arazi parçası bugün 350-400 bin sterlinden alıcı bulabiliyor, cebinde parası olan ne idüğü belirsiz, ki böyle sorunlu bir toprak parçasına para atanın tek amacı kirli yollarla kazandığı parayı aklamaktan veya hedefe alınan toprak parçasını öyle ya da böyle ele geçirmekten başka bir şey değildir, ki bu durum da artık bir MİLLİ GÜVENLİK sorunudur ve acilen gereken tedbirler alınmalıdır…

Cebinde parası olan ne idüğü belirsizler buradaki sorumsuz ve doyumsuz işbirlikçilerini de kullanarak, memleketin her karışını parselliyorlar ve çok değil, en fazla 5, bilemedin 10 sene sonra, zaten artık yabancılaştığımız ve iyice tükendiğimiz bu memlekette çocuklarımıza yaşam alanı kalmayacak, onlar da göç yollarına düşecekler…

Zaten ufacık bir meklekette, izole edilmiş halde yaşıyorduk, şimdi ise durum tam anlamıyla zıvanadan çıkmış durumda, cebinde tonla parası olsa bile, hiç kimse kendini emniyette hissetmiyor, hiç kimse geleceğini göremiyor, ama buna rağmen, celladına aşık olan idamlık misali, çürümüş siyasi zihniyetten de bir türlü vazgeçilmiyor…

İşte bunu anlamak gerçekten çok zor, bu nasıl bir cehalettir, nasıl bir sorumsuzluktur, nasıl bir doyumsuzluktur, nasıl bir akıl tutulmasıdır, anlamak gerçekten çok zor, hatta imkansız…

Evet, bir zamanlar insandık, şimdi ise kendi memleketimizde kendi elimizle yarattığımız bataklığın içinde debelenen, tıpkı bu memlekete doldurduğumuz gafil, sefil, ne idüğü belirsiz mahluklar haline dönüştük, birbirimize selam veremez, güvenemez hale geldik…

Layık olduğumuz hayat tarzı, toplum düzeni bu muydu diye sorarsanız, hayır bu değildi derim, ama ne çare ki toplum bu kokuşmuşluğu seçti, seçmese bile oluşumuna seyirci kaldı, ve neticede, sadece kendimizin değil, çocuklarımızın geleceğini de mahvettik…

Borçla, harçla, kaynağı belirsiz parayla sırf gösteriş için alınan en lüks arabalarda gezmek, villalarda yaşamak, meyhanelerde, lüks restorantlarda manyakça para harcayıp, kulaklara kadar açılmış ağızlardaki yapma gülücüklerin, bira bardaklarının arkasına saklanmış sahte, günübirlik arkadaşlıkların fotoğrafların habure sosyal medyada servis etmek, yılda bin tane evlilik olurken 1200 tane boşanma olması, evliliklerin çoğunun bir yıl bile sürememesi, çocukların ilgisizlikten döküm saçım kalması ve kendilerini batağa sürükleyen arayışlar içine girmesi bizi insan yapmıyor, aksine ne kadar doyumsuz, sorumsuz ve gafil olduğumuzu, normal yaşamdan ne kadar koptuğumuzu gösteriyor…

Evet, bir zamanlar insandık ve insanca yaşıyorduk, ama artık değiliz…

Üstelik de, binlerce insanın canı, kanı pahasına sahip olabildiğimiz ve hayat bulabildiğimiz bu küçücük toprak parçası da cebimize giren tomarla sterlinlerin, dolarların, euroların karşılığında sattığımız için artık bizim değil.

Gemisini kurtaran kaptandır, bu kokuşmuş düzeni ben mi adam edeceğim diyerek, sorumluluktan kaçarak toprağını satan, altına da cabası en lüksünden bir Mercedes çeken görgüsüzlerin, sorumsuzların bugün bankalarda milyonlarca sterlini olabilir, ama yarın çocukları, torunları o toprağı geri almak için onmilyonlarca sterlin ödeseler bile geri alamayacaklardır, kendi vatanlarında vatansız olacaklar, kiracı olmak zorunda kalacaklardır, ki emin olun, bu kokuşmuş, çürümüş düzende ülkemizi, toprağımızı ele geçirenlerin yanında kiracı olarak bile yaşam şansına sahip olamayacaklar, kendilerine başka diyarlarda yaşam şansı arayacaklardır…

İnsanlığımızı, onurumuzu kaybetmenin bedelini çocuklarımız, torunlarımız ödeyecek, hatta ödemeye çoktan başladılar bile…

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu