Ediz Tuncel: Son sürat felakete doğru
Normalde arabanın deposunda üçte bir yakıt kalana kadar sürerim, sonra benzinciye uğrayıp tam doldururum.
Bugün sabah işe giderken yolda durup yakıt almaya kalktım, meğerse akaryakıt istasyonlarında bir haftadan beri sıkıntı yaşanıyormuş, tedarikçiler istenen miktarın üçte birini zar zor veriyormuş, bugün ise mazot tükenmiş, haberimiz bile olmadı.
Döne dolana bir istasyondan mazot bulup, yola devam ettik.
Yaklaşık 16 senedir Lefke-Lefkoşa arasında hergün mekik dokurum, bugünkü kadar rahat bir trafik hiç görmedim.
Sabah saatlerinde, Lefke’den Gönyeli çemberi cıvarına ulaşmam 45 dakika, ama Gönyeli çemberinden birkaç kilometre ötedeki Yakın Doğu Üniversitesi’ne ulaşmam bazen bir saati bile bulur.
Bugün Gönyeli çemberi bölgesinden üniversiteye ulaşmam sadece birkaç dakika sürdü, çünkü yollar nerdeyse boş sayılacak durumdaydı, mazot bulamayan birçok araç yola çıkamadı, memleket bir anda durgunlaşıverdi.
Bu arada, bu konudan doğrudan sorumlu olan ve ekonomiden de sorumlu Bakan Sunat Atun’dan tık yok, kendisi kayıplarda!!!
Doğrudan Başbakan Faiz Sucuoğlu’nu aradım, sıkıntıyı aktardım, bir çeyrek sonra sekreteri dönüş yapıp, gerekli müdahaleyi yaptıklarını, sorunun bugün çözüleceğini söyledi, yarım saat sonra da K-Pet Genel Müdürü bir açıklama yapıp, sorunun fırtınadan dolayı gelemeyen tedarikçi gemiden kaynaklandığını söyledi.
İyi de kardeşim, akaryakıt istasyonu sahipleri diyor ki bu sorun en az bir haftadır sürüyor, firmalar talep edilen mazotun üçte birini bile istasyonlara vermiyormuş!!!
E, haliyle böylesine dingili kopuk, delilik sınırlarını sonuna kadar zorlayan bir ekonomi politikası güdülürse, nedir olacağı!!!
Herkes kendini korumaya, döviz kurlarındaki delice yükselişten dolayı bir kuruş bile zarar etmemeye çalışıyor, olan da vatandaşa oluyor.
………………………….
Pandemide dingil resmen koptu, hastanenin yoğun bakım servisi dolup taştı, hemen hergün birilerini kaybediyoruz.
Sağlık sistemi resmen çuvallamışken Sağlık Bakanı Ali Pilli ise, sırf birşeyler söylemiş olmak uğruna, tüm hemşireleri göreve davet ediyor!!!
Et kardeşim, et de, bu hemşireler zaten görevde değil mi!
Yoksa, yan gelip yatıyorlar da biz mi görmüyoruz, bilmiyoruz!!!
Kardeşim zaten iki senedir eksik doktor ve hemşire kadrosu ile kör topal giden sağlık sisteminde özellikle pandemi ile uğraşan hemşire ve doktorların anasından emdiği süt fitil fitil burunlarından geldi, daha ne göreve davet etmesidir bu!!!
Süreci başından sonuna yüzünüze gözünüze bulaştırdınız, resmen kafanıza giydiniz, memleketin meyhane, kerhane, kumarhane gibi ne kadar gereksiz yeri varsa, kamu maliyesine bir kuruşluk bir faydası olmayan ve sadece kendine karı olan ne kadar yer varsa, hepsini açtınız, iki sene okulları kapattınız, ki tek açık kalması gereken yerler okullardı, şimdi özellikle ilkokullardaki 2. ve 3. sınıfa geçmiş öğrenciler adını zar zor yazıyor.
Bir de aklımızla alay edercesine diyorsunuz ki “Bulaş nerede varsa biz orada taramalar yapıyoruz. Vakaları buldukça peşine düşüyoruz. Ben halkıma güveniyorum, halkta bana güveniyor biz bu işi bitireceğiz.”
Hangi halktan bahsediyorsunuz, dört ucunu koyvermiş, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranan, saldım çayıra mevlam kayıra modundan çıkamayan halktan mı bahsediyorsunuz!!!
Vakaları buldukça istediğiniz kadar peşinden koşturun, ancak havanda su döversiniz, özellikle kapalı mekanlarda maske ve mesafe konusunda tedbir almayan işletmelere çatır çatır ceza kesmediğiniz sürece bu tımarhanelik durum devam eder, ölenler ölür, kalan sağlar bizimdir modunda gitmeye devam edersiniz.
Bir diğer konu, şu lüzumsuz işler sağlık üst kurulu denen kurul, zırt pırt pandemi tedbir kararları yayınlıyor ama kimse takmıyor, kimse uygulamıyor, vakalar da resmen dört nala koşuyor, artık her köşeden vaka fışkırıyor. Bakanlığın hergün açıkladığı vaka sayıları kesinlikle inandırıcı değil, vaka sayıları açıklanandan çok daha fazladır, kimse gözümüzün içine baka baka bizi enayi yerine koymaya çalışmasın, sadece panik yaratıp da tekrar kapanmanın gündeme gelmemesi için oyalama taktiği uygulanıyor.
Ancak bunun da sonucu resmen felakete doğru evriliyor.
Bir senede hayatını kaybeden insanlarımızdan on küsur tanesi yakın tanıdık veya akrabaydı, bir tanesi manevi babamdı, geçen hafta kovidden hayatını kaybetti ve yağmur altında sadece beyaz koruma giysili görevliler tarafından hızlıca mezara indirilişini, sonra da dozerle üzerine toptak atılışını seyredebildik.
Memlekette halen 80 bin kişi hiç aşı yaptırmamış, çoğunluğu Sinovac yaptıran ve bugün artık etkisi çoktan geçen 100 bin kişi de hatırlatma dozunu yaptırmamış, yani aşısız durumda.
Kısacası, memleketin yarısı aşısız durumda, geçen sene iki doz Sinovac aşısı yaptıran ve bugün aşı etkinliğini çoktan kaybetmiş kişiler de ortalıkta salına salına aşılıyım diye dolanıyor.
8 yaşındaki kız çocuğumuz Meryem Ceren Kırma’nın ölüm sebebi halen açıklığa kavuşmadı, kimse hikaye filan okumasın, bu çocuk kovidden dolayı ölmedi.
Bir gün önce sapasağlam olan çocuk ertesi gün şiddetli karın ağrısıyla hastaneye başvuruyor ve aradan bir gün bile geçmeden hayatını kaybediyor.
Çocuk pozitif çıkmış, buraya kadar tamam, ama şiddetli karın ağrısını kovid açıklamıyor, bugüne kadar kovidin sebep olduğu semptomlar arasında şiddetli karın ağrısı filan yok, ölen nadir sayıdaki çocukların hemen hepsi de akciğerlerindeki tutulumlardan dolayı hayatlarını kaybetmişler.
İsyanları oynayan annesinin anlattıklarına göre çocuk pozitif oldu diye gereken ilgi de yeterince gösterilmemiş, şiddetli karın ağrısının sebebini araştırmak için bir batın bölgesi ultrasoundu bile çekilmemiş, bir akciğer filmi çekilmemiş.
Otopsisinde de ortaya net bulgular konmamış, sadece ciğerinde ve kalbinde sıvı toplanması tespit edildi, kovidden kaynaklanan semptomlardan öldü diye açıklama yapılmış.
Kimseyi kandıramazsınız, bir gün önce sapasağlam olan çocuk ertesi gün şiddetli karın ağrısıyla hastanelik olup, şak diye hemencecik kovidden ölmez, bu mümkün değil.
Doktor değiliz ama enayinin Allah’ı da değiliz, kimse kusura bakmasın.
Kendimden örnek vereyim, sapasağlam dururken, bir gün önce bütün gün spor yapıp, koşup, 20 metrelere serbest dalış yaparken, ertesi gün ani ve çok şiddetli bir karın ağrısıyla neye uğradığımı şaşırdım, haliyle hastanelik oldum, aniden ateşim yükselmeye başladı, tedbir olsun diye yoğun antibiyotik tedavisi uygulandı, ertesi gün yapılan ultrasound tetkiklerinde ise apandisitimin patladığı, çevresinde ödem oluştuğu ortaya çıktı, doktorlar nasıl ayakta durduğuma şaşırdı, hemen ameliyata alındım.
Şiddetli karın ağrısına eşlik eden ateş genellikle eşittir ya apandisit, ya da zehirlenme!!!
Her ikisini de yaşadım, zehirlenmeyi birkaç kez yaşadım.
Çocuğun otopsisinden elde edilen bulgularla ilgili halen net bir açıklama yapılmadı.
Sağlık Bakanlığı bu çocuğun kesin ölüm sebebi veya sebepleriyle ilgili net bir açıklama yapmak zorundadır, öyle ileri tetkik için doku alındı filan açıklamalarıyla bu olayın üstü örtbas edilemez.
Otopsiyi yapan doktor genellikle iç organlardaki durumu net şekilde görürler, daha da detay isterlerse, dokularda patalojik inceleme başlatırlar, ancak bu çocuğun durumunu kovidin neden olduğu komplikasyonlarla izah etmeye çalışmak, tıbben rüzgara karşı ıslık çalmaktır.
Bu durum sağlık sistemimize güvenip güvenmediğimizi sorgulama noktasına da bizi taşıyor.
Cevabını net vereyim, hayır, devletin hiçbir kurumuna yeterince güven duymadığımız gibi, sağlık sistemine de yeterince güvenmiyoruz, güvenemiyoruz.
Vatandaş olarak, artık kör topal, düşe kalka ilerleyen, hatta sürünerek ilerleyen devlet yapımızdan kaynaklı maddi kayıpları sineye çekebiliriz, ancak devlet çarklarındaki aksaklıklardan dolayı kaybedilen hayatları sineye çekmemiz mümkün değildir.
………………………..
Türkiye’deki iktidarın akıl almaz tutumundan dolayı hem Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hem de KKTC’nin görmüş olduğu en büyük ekonomik krizle karşı karşıyayız ve an itibarıyle dünyanın en kötü ekonomi politikasına sahip birkaç ülkesinden biriyiz, dahası artık dibine kadar batık ülkeler sınıfındayız.
Sanki memleketin içine doluşan ve sadece devletin ensesinden günde en az 200 milyon dolar tüketen 8-9 milyon mültecinin eğitim, sağlık, barınma, elektrik, su, ulaşım vesaire yükü, emperyalizmin uşaklığını yapan PKK, tarikatlar ve cemaatler gibi binbelalar yetmiyormuş gibi, bir de akıl almaz sebeplerle yaratılan bir ekonomik krizle uğraşıyoruz.
Dünyada bu kadar çok belayla uğraşan bir başka ülke örneği daha yok.
Bak kardeşim, ekonominin basit bir denklemi vardır, bir kez daha olabildiğince basitçe izah edelim;
Bir yumurta üretirsen kendin yersin, iki yumurta üretirsen birini yer, diğerini satar, masrafını karşılarsın.
Üç yumurta üretirsen, birini yer, ikisini satar, sattıklarından birinin getirisiyle masrafını karşılarsın, diğerinin getirisiyle kara geçersin.
Yani ekonominin temel prensibi neymiş!!!
İhtiyaca göre bilinçli ve doğru yöntemle yapılan üretimmiş!!!
Sadece cebindekini tüketime harcar, üretimi yerle bir edersen, sadece tüketime odaklanırsan, sıfırlanana kadar cebindekini tüketirsen, sonunda meteliksiz kalırsın.
Bu durumda yaşamak için ya borç alırsın, ya da karşılıksız para basarsın.
Borç alırsan kıçındaki donu bile ipotek ettirmek zorunda kalırsın, borcu veren boynuna yuları takar. Karşılıksız para basarsan devalüasyon olur, devalüasyon da enflasyonu tetikler, para değer kaybeder, mallar pahalılanır, alım gücü düşer, paranın kaybolan değerini kısmen de olsa dengeleyebilmek için faizleri artırmak zorunda kalırsın.
Belki TL karşısında para değeri yükselen ülkelerin insanları daha ucuz turizm filan hizmeti almak için ülkeye gelirler, ama hepsi o kadar, elin milleti senin ülkende keyif yaparken kendi halkın açlıktan, sefaletten kıvranmaya başlar.
Yani, kısacası, enflasyonun sebebi faiz maiz değildir, tek kelimeyle beceriksiz ekonomi politikalarıdır.
Paranın değeri yerle bir olduktan sonra istersen faizi sıfırla, faizin ecele faydası olmaz.
Bir devletin ekonomi politikasının önceliği önce kendini ve vatandaşını korumaktır, elin dıştan gelecek adamına vurgun yaratmak imkanı değildir.
Bu kadarcık ekonomi denklemini mahalle bakkalı bile bilir.
Ha, bugünlerin yaşanacağını geçen sene gökten gelen vahiylerle öğrenen Hacı Beleşçigiller tayfası devlet malı deniz yemeyen keriz diyerek, Beleşçigiller Arpalık Bankası’ndan TL ile borçlanıp da külliyetli miktarlarda ve düşük kurdan döviz aldılarsa, bugün ellerindeki dövizin yarısından azını satarak tüm TL borçlarını öderler, üstüne de ellerinde geçen sene aldıkları dövizin yarısından fazlası ve bol bol da TL kalır, ellerini suya sabuna dokundurmadan köşeyi sağlamından dönmüş olurlar, ki oldukları kesindir!!!
Yani, geçen sene bir milyon dolar döviz satın almış olan Hacı Beleşçigil, bugün elindeki doların yarısını satarak hem borcunu öder, hem de elinde bol tarafından TL de kalmış olur, havadan vahiyle gelen 500 bin dolar da havadan cebinde tıngırdar.
Bu gidişatın sonunda ne mi olur?
Zaten kör topal giden devletin mali durumu tamamen çöker, buna sebep olanlar da aynı batağa saplanıp kalır.
Elinde avcunda harcayacak parası kalmayan vatandaş da kapısını dışardan gelerek çalan ilk para babasına da on kuruşluk malını iki kuruşa satar, sata sata ülke biter.
Bu gibi devasa çöküşler öyle zannedildiği gibi uzun zaman almaz, ekonomik çöküş dev bir barajın yıkılmasına benzer, bir anda önüne ne çıkarsa alır götürür, kimse elinden kurtulamaz.
Aklınızı başınıza toplayın, aksi takdirde, hele de bu pandemik şartlarda, çok daha ağır bedeller ödenecektir.
Şu anda resmen freni boşalmış bir otobüste, yokuş aşağı son sürat felakete doğru gidiyor gibiyiz.