KıbrısManşet

Ne göçü bu böyle, Eylül bile gelmeden..

Epey bir zaman önceydi, göçmen kuşlar uçuşarak göçüyordu.
Tek sıra halinde, intizamlı ve muntazam bir düzende..
En öndekini takipteydiler, oysa tüm sürü mihmandar, tüm kafile eğitimli rehberdi. Her biri yolu ve rotayı biliyor ve aynı coğrafyaya gidiyorlardı.
İlkbaharda geri dönebilen olacak mıydı aralarında? Bilinmez.
Şimdilik sadece Kıbrıs’ı terk ediyorlardı.

Tam o sırada, karalama defterime not ettiğim şu satırlar ilişiyor gözüme:
“Herkes kendi duygusal zekası oranında, yalnızlığı taşıyabildiği kadar yarım yamalak bir bilgeliğe erer.
Fakat ve lakin.
Kaliteli iletişimle zamanı değerli kılma sanatını herkes bimez.

Kendi geçici hayatına bir anlam katıp rusal yolculuğunda nezakete, nezihliğe, inceliğe, yer vermeyen..
Sanattan haz almayan, iki satır yazıp veya okumayandan..
Tüm algısı nesnelliğe hizmet eden ve sürekli etrafında bir yaygara güruhuyla yaşayandan ne kendine fayda gelir, ne de inan ki insan sana..

Tek başınalığıyla mutlu olmayı beceremeyip, kendiyle geçinemeyen, kimseyle geçinemez.
Bu tiplerin en iyi yaptığı şey, sürekli insan karalamak ve tüketmektir.

Yalnızlık erdeminin hazzına varan insan, diğerleriyle harcadığı boşa vakit kaybına acır.

Yalnızlığına alışmak ve barışmak seni daha güçlü kılar.
Aksi taktirde tüm hayatın boyunca illa birilerinin varlığına ihtiyaç duymak, seni hem mutsuz hem de zayıf kılar.”
….

Epey bir zaman önceydi, göçmen kuşlar uçuşarak göçüyordu..
Tam on yıl önce hayata not düşmüşüm bu fikirleri.
Sanırım kalabalık yalnızlığı dert edindiğim yıllara denk gelmiş ruhum.

Her ayrılık, fayda getirecek müthiş bir yalnızlık travmasına gebedir.
Ve her ayrılık ve yalnız kalınacak korkusu seni bir basamak daga bilgeliğe yüceltir.

Göçmen kuşlar göçüyordu…
Hiç bir göç ihya, herhangi bir bireysel ayrılık insanı berhava etmez.
Öldürmeyen büyük acılar güçlendirir.

İki sevgilinin ayrılığıyla, göç travmalarını birbirine benzetirim. Sonra da döner karşılaştırırım.
Ayrılık, bireysel bir acıyken, göç kitlesel sıkıntılar vermez mi?
İki kişinin yeniden bir araya gelme olasılığı, iki sülalenin göç sonrası kavuşabilmesi ihtimaline benzer mi?

Eğer bir gün kaldıramayacağını düşündüğün bir yalnızlık cenderesine düşersen; buna asla üzülme, sabret ve bekle.
Yalnızlığın uzadıkça eleştirilirsin, ötekileştirilirsin, bir o kadar da merak edilirsin.
Merakları arttıkça eleştirinin dozunu da arttırırlar.

Onlar, her daim, her şeyi eleştirir zaten. Cin Ali’yi okuyup okumayı bıraktıklarından bu yana Cin Ali’den daha cin oldukları zannına kapılmış gidiyorlardır.

Göçmen kuşlar göçüyordu, hem de Eylül’ü bile beklemeden..
Herkes gizliden veya açıktan ağlar bu adadan gidenlere, kimi göçmen kuşa, kimi göçen insanlara.
Bir ağıt adası, yas evi, dram kuşağıdır Kıbrıs.

Zamanla hırsından ikiye ayrılan bu adanın kaderinde var ayrılık travması.
Komşusu Nigoli’den Mariya’dan ayrı düştüğü için ağlayanların sayısı iyice azaldı ayrılığın 50. yılında..

Bu büyük zoraki kitle göçüyle ayrılmak zorunda kalanlar, aynı köyde doğup büyüyen ortak anıları çok olan Rum, Türk, Ermeni çocuklar yaşlandılar, çokları öte diyara göçtüler..

Artık, geriye kalan hatıracılar, sadece hayal meyal çocukluk anılarını geride bırakan hancılar.

O büyük kitle ayrılığı, zoraki göçten geriye, Limasol sahilinde dededen kalan deniz kenarı arsaların marazı…
Baf yükseltisindeki verimli bağlar karşılığı kuzeyde eşdeğer olarak verilen para etmez kurak toprakların can sıkıntısı kaldı geriye..

Gün gele en büyük acılar, göçler, savaşlar, aşklar, ayrılıklar ve ölümler bile unutulur.
Her yirmi yılda bir değişen neslin devirden devire değerleri, önemsedikleri değişir.

50’lerin gençleri “Vatan, toprak, yaşam, ya taksim ya ölüm” derlerdi.
Şimdiki gençler eşdeğer toprağın para etmediğinden, lüks otomobilinin bir yeni modelini alamadığından yana dertli.

Gençlik yenilikçiliktir çünkü, geçmişi bilmez bağlantı kurmak istemez. Önlerindeki uzun zamana odaklıdırlar. Güneyde veya Anadolu’da kalan toprakları, dedelerinin, atalarının anılarını çok da umursamazlar..

Orta yaş ise liberal ortalamayla geçirir zamanını. Ne yarı geçmişten vaz geçebilirler. Ne de çok azı kalmış geleceğin vadettiği umutlardan el etek çekerler.
Gençleri de, muhafazakar eski nesli de idare edenlerdir, benim gibiler.

Yaşlılık ise muhafazakarlıkla geçer, çünkü bir ömürden geriye, ellerinde korumak zorunda hissettikleri mücadele tarihlerinden, çabalarından ve ve şu anda yaşadıkları kocaman yalnızlıktan başka bir şeyleri kalmanıştır.

Oysa, diğer yandan, yalnızlık, ömründe vakti olana erdemli bir ilaçtır.
Ve yalnızlığın değerini bilene yekparelik Lokman Hekim reçetesinden ala afili bir şifadır.

Sabırsız göçmen kuşlar Eylül’ü beklemeden uçup gidiyor bak. Çocukluk, gençlik ömür gidiyordu..
gidenler bir daha dönmüyor, hiç bir şey eski tadı vermiyordu..

Kalanlar, yerel kuşlar, yiyor, içiyor, her yere yuva yapıyor, başka kuşlara kiraya veriyor, buğday çalıyor, yem depoluyor, hantallıktan uçamıyor, özgür kuşları kıskanıyorlardı..
Göçen kuşların ardından “Ne göçü bu böyle, bekle Eylül geleydi hele” diyerekten pişkinlik ediyorlardı.

Candaş Özer Yolcu
Ağustos 2024 Lefkoşa

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu